Türkiye’de kamuoyunu etkileyen birçok kişi yanlış yolda.
Bu yönlendiricilerden bir kısmı bilim adamı, bir kısmı yönetici, bir kısmıysa basından. Başka gruplardan da insan var tabii…
Kamuoyunu en kolay etkileyenler arasında ön sıraya yerleşen bu kesim, "Ermeni Meselesi"nde bir ara moda olan yanlış söylemi yeniden konuşur oldu. Türkiye’yi tehlikeli bir yola iteceği belli bir saçmalık bu…
"Birleşmiş Milletler"e gitmeliymişiz.
Yok efendim, uluslararası kuruluşlara gitmek şartmış.
Dalga mı geçiyor bunlar? Beyler, hanımlar, ahkâm kesenler dinleyin lütfen!
Her olay ve ona karşı alınacak tedbirler özeldir.
Problemler, çevresini kuşatan şartlara göre alınacak tedbirlerle savuşturulur. Herkesin bildiği ve tam konumuza denk geldiği için veriyorum bu örneği. Uhud Savaşı’nı Hendek’in, Hendek Savaşı’nı Uhud’un şartlarını oluşturarak geçmek mümkün mü? Birisinde dağ, diğerinde çukurlar stratejik önemde. Aklı başında herkesin “Hayır!” diye seslendiğini duyar gibiyim şimdiden.
O hâlde, nedir bu uluslararası kuruluş, nedir bu Birleşmiş Milletler aşkı?
Farkında değilsiniz herhâlde… Ya da farkındasınız da ağzınızdan çıktıktan, kulağınızla duyduktan sonra hemen unutuyorsunuz ülkenizle ilgili konuları.
Dünyada, Türkiye’ye hak veren halkların yaşadığı devletler dahil, Meksika dışında hiçbir devletin resmî politikasında Ermeniler aleyhinde sarf edilmiş bir söz, ilan edilmiş tek bir karar yok. Buna karşın Türkiye aleyhinde vaz edilmiş hükümler, alınmak üzere sırada bekleyen kararlar, uzun yıllardır beyinleri yıkanarak bugüne gelmiş kamuoyları mevcut.
Sanmayın ki Batı çok uygar, Batı'nın kamuoyu çok aydın.
En boş, en cahil insanlar batıda yaşamakta.
Çoğu Türkiye’nin haritadaki yerini bile bilmez. İnanın!
Çoğu Türkiye’nin idare şeklini bile bilmez. İnanın!
Eğer, yaşanan birkaç büyük sportif başarımız olmasaydı istisnaları unutmadan hepsi dememiz bile mümkündü buna. Türk okullarında yetişenlerin tırnağı bile olamaz çoğu. Hem de bugünkü bozuk eğitim sistemimize rağmen; görünen, saptanan bu…
Batılılar öyle sanıldığı gibi belgeye dayanmaz kanı sahibi olmak için. Televizyon, gazete, roman, önüne ne koyarsa alır, hıfzeder, inanır ona. Yeter ki iki, üç ayrı yerde çıksın karşısına. Bir kez inansın, dönmesi zordur o inançtan. Genelde bu işin aslı nedir diye araştıran, bir elin parmaklarından azdır. Önüne her konulanı hazmedenlerin çokluğuysa bırakın onların seslerini, nefes alışlarını bile örter arsızca.
Oysa Ermeniler dendi mi akan sular durur.
Ermeni her yerdedir. Amerika kıtasının her yerinde, Avrupa’nın, Asya’nın, Afrika’nın her yerinde...
Nüfuslarının üç, beş kişi olmasının da önemi yoktur. Çünkü gittikleri her yerde hemen kültür ve sanat dernekleri kurar hemen kamuoyu oluşturmaya başlar hemen Türkiye’yi mahkûm ettirecek propagandalarla etkileyecekleri cahil ama etkin zümreye ulaşmayı bilirler.
Türkiye lehindeki her fikri her sözü her hareketi acımasızca ezer geri döndürür ve bundan faydalanmasını iyi bilirler.
Etrafımızdaki çemberi daraltıp, bizi sıkmakla meşguller şimdi.
Biliyorsunuz, "Hristiyan Dünyası" yöneticileri, Nazi Almanyası’nın kendine özgü felsefesiyle yoğrulmuş bir papazı, papa makamına oturtmakta hiçbir beis duymadı. Kendisinden, insanlık ve dinî değerlerin yükselişi açısından hiçbir beklentim olmadı. O da böyle bir göreve soyunmadı. Dinlerin barışmasını istermiş gibi görünüp, muazzez peygamberimiz hakkında bugüne dek söylenen an ağır ve alçakça sözleri sarf etti. "Hristiyan Dünyası"na yönelik demeçlerinde Türk düşmanı olduğunu defalarca ve açıkça ifade etmekten kaçınmadı. "Papa oluşundaki en büyük etkenlerden biri de bu düşmanlıktır." desem, çok mu abartırım acaba? Allah’ın yarattığı kullara düşman, o kullar arasına nifak sokma gayretindeki bir dinî lider... Siz olsanız ne düşünürdünüz?
Din kitaplarını elleriyle yazan, Allah’ın gönderdiği bir kitabı yüzlere, sonra o yüzleri kafalarına göre dörde indiren, engizisyon kıyımını oluşturan, kendi peygamberlerinin ölümünde kullanılan cinayet aracını kutsal sayıp kiliselerinde, şapellerinde, evlerinde, üstlerinde taşıyanlardan ne beklersiniz ki? Siz ananızın, babanızın ölümünde kullanılan nesneyi evinizde, üstünüzde taşıyabilir, onu ibadet aracı olarak kullanabilir misiniz?
Kendi peygamberlerine tanrılık vasfı yükleyerek Allah’ın birliğine karşı gelen bir dinde kalmayı inatla sürdürmeleri bir yana, misyonerlik faaliyetleriyle birçok zavallının da ebedi hayatıyla oynayan bu insanlardan ne umulur ki? İdrak ve ilahi zekâları konusunda yorum yapmaktan hicap duyacağım bu insanlar; oluşturdukları dinden sıyrılıp, insanlığın tümünü kurtarmak için gönderilen son ve gerçek dini hâlâ reddetmiyorlar mı?
Gerçeği algılamaktan bu denli yoksun o insanların; el altından da olsa dini kullanarak Türkiye´yi sıkıştırmaya kalkmasını beklemek ve bu konuda tedbir alınmasını istemek komplo teorilerinden sayılmaz sanırım.
Çok sayıda ülkenin parlamentosunda aleyhimize oluşturulan hava, hacıyatmaz gibi engellenemeden ayaklanmış karar sırasındaki yerine yürüyor.
Ermenilerin Türklere uyguladığı soykırım sırasında "Osmanlı Ordusu"nu yöneten Almanların bugünkü kuşakları bile değişen çıkarlarının alçaltıcı açgözlülüğüyle iftira kampanyasında ön sıralara çıkma yarışında. Nazizmin yeşerdiği ve "Neo" başlığı takılarak hâlâ yaşatıldığı ülkenin insanlarından söz ediyorum.
Buraya kadar yazdıklarımda bir yanlış varsa uyarın lütfen.
Özetlersek…
Uygarlığının maddesel tüm alanlarda yaşadığı yükselişe rağmen Batılı; cahil, bağnaz, çıkarcı, egoist ve ne Yaradan ne de onun kulları önünde alçalmaktan korkmayan bir yapıda.
Yani en tehlikeli tür olan insanın en korkulan, en fazla tehlike saçan türü…
"Türk Diasporası"ndan söz etmekten bilerek kaçındığımın farkındasınızdır sanırım. Çok mecbur olmadıktan sonra dokunmam bile onlara. Çünkü onların çoğu; ülkelerini düşünmekten çok uzak, hatta Türkiye’nin karalanma kampanyalarının aranan oyuncakları gibi davranırlar nedense... Bırakın Türkiye lehinde ses getirecek kamuoyu oluşturmayı, çıkar kavgalarıyla birbirlerinin gözünü çıkarma kavgasıdır yaşadıkları. Geri kalanlarsa birleşip “Ortak Ses” oluşturmaktan korkar ve sinerek susarlar. Çünkü bilirler ki başlarına bir şey gelse yardımlarına koşacak kimse yoktur etraflarında. Bir Allah’ın kulu çıkıp şu Ermenilerle bizimkiler diyebileceğimiz insanları aynı anda incelese, ne demek istediğim daha net görülecektir mutlaka.
Üstelik inanın, nüfus olarak bizimkilerden fazla da değiller.
Onlar ortak, bizimkilerse korkak, tekil ve oynak hareket ederler.
Göreceksiniz, bu 24 Nisan'da da bir iki dernek dışında, umulan oranda ses getirecek bir eylem çıkmayacak bizimkilerden.
Aslında yurt dışına çıkmamıza da gerek yok.
Anası, babası, kardeşi, sevgilisi, dedesi, ninesi, amcası, teyzesi, halası Ermenilerce vahşice kesilerek öldürülmüş Kürt Kökenli vatandaşlarımızın anlattıklarını tekrar inceleyin yeter.
Uzmanı olmadığı konuda, üstelik araştırma ve inceleme yapmaya gerek görmeden hüküm giydiren Sabancı Üniversitesi Tarih Öğretmeni Halil Berktay’ı dinleseniz yeter. Murat Belge unutulur mu hiç?
Benim için yazdıklarının okunması eziyet veren; ama iyi bir reklam furyasıyla yazar sınıfına sokulan Orhan Pamuk ve türevlerini hatırlayın yeter.
Kısaca; bizim beceremediğimiz her şeyi Ermeniler kolayca beceriyor.
Çünkü yıllarını vermişler bu işe.
Bizim de onlar gibi zamana sığınmamız ve önümüze çıkan her anı akıllıca kullanmak zorunda olmamız kafalarımıza dank etmedi mi hâlâ?
Aşağıda alıntı yaparak birkaç satırını sunduğum “Bir Çağrı, Ermeni Soykırımı’nı Anıtlarla Analım” yazısındaki gibi bir kampanya başlatsak, bu ülke toprakları içinde yaşayan herkes de buna katılsa fena mı olur?
"Soykırım işlenen her yere, her kente, her köye birer anıt dikelim. İş bununla kalmasın. İl, ilçe, köy, plaj, ören yeri, tarihi bölge, rafting merkezi, kayak merkezi demeden tüm turistik yerleri de bu anıtlarla dolduralım. Anıt yerleri için, turistin en fazla geleceği noktalar bulunarak seçilsin. Efes’te Meryem Anamızın evinin bulunduğu yeri, Akdamar Adası’nı, Ani’yi bu işin dışında tutmayalım. Bunlar için fazla para gideceğini de sanmam. Biraz beton, biraz demirle, birkaç candan sanatçı birkaç sponsorla biter bu iş… Kısa zamanda etki altına alınabilecek kaç nesil oluşur bilir misiniz? Şuna inanın, bu işe başladıktan sonraki yirmi yıl içinde, Türkiye’nin doğrularını savunan çok insan göreceksiniz. Zamanında müdahale etmediğimiz için Ermeni İftiraları’nın bugün topladığı taraftar kitlesi gibi…"
Bugünlerde Çanakkale´ye gelecek Anzak Torunlarını da unutmayalım lütfen...
Tabii sıralanan tedbirler bunlarla da kalmamalı...
Bu söylediklerim, onların yaygara edebiyatlarına gönderilecek ilk karşılık verme dalgası. Ötekiler de aynı yazıda tek tek sıralı...
Bu işi genelkurmaya, devlet dairelerine bırakmakla da fazla bir şey kazanamayız. Biliyorsunuz, Batılıların asker ve devlet arşivlerine karşı, işlerine gelmeyen şeyler yazılı olduğu için alerjileri var. Okumuyorlar bile. Bu nedenle tüm sivil toplum örgütleriyle üstlerine gitmeliyiz. Önce yanlış yönlendirilen, yönlendirme ne kelime yanlış güdülen kamuoylarını aydınlatıp, doğruları öğretmeliyiz onlara. Yani, kendi paralelimizde kamuoyları oluşturmalıyız. Bu çok meşakkatli bir yol. Çünkü Batılıların ne kadar bağnaz olduğundan, kafalarına yapışan fikirlerden kurtulmalarının zorluğundan az önce söz etmiştik. Bu çileli yolu denemeye devam ederken yanına çok daha kolay bir yol katmalıyız birlikte... Taze beyinleri ve konu hakkında hiçbir fikri olmayanları doğrularla yıkamak gibi...
Aksini yaparsanız, haklı davamızın haksızlığını; çıkarcı parlamentolar ve onların üyelerinden oluşan uluslararası kurumlarca geri dönülmez şekilde tescil ettirir, Türkiye’yi aç akbabalarla aç çakalların önüne atmış olursunuz.
Onlar da bunu bekliyorlar, zaten Türkiye’yi mahkûm etmişler soykırımdan.
Akıllı olup bunu tersine çevirmek şart.
İlk yapılacak iş; spor karşılaşmaları dahil her platformda Ermenilerin yaptığı soykırımı haykırmak, haykırış sesleri silinmeden bu ve diğer yazılarda saydığımız tedbirleri uygulamak.
Hemen bugün hemen bu saat hemen bu saniye!
Vakit geçirmeden, derhâl!
Bugüne kadar bize uygulanan bezdirici baskıları ters yöne çevirip, doğruların yanında akmaya başlamasını sağladıktan ve zamanı doğruların yanında akılcı bir sistemle kullanmaya başladıktan sonra, isteyen uluslararası kuruluşlara gitsin isteyense soykırım sırasında Ermenilerle birlikte hareket edenlere... Gerçeği söyleyen için bir şey farketmez o zaman…
Dalga mı geçiyor bunlar? Beyler, hanımlar, ahkâm kesenler dinleyin lütfen!
Her olay ve ona karşı alınacak tedbirler özeldir.
Problemler, çevresini kuşatan şartlara göre alınacak tedbirlerle savuşturulur. Herkesin bildiği ve tam konumuza denk geldiği için veriyorum bu örneği. Uhud Savaşı’nı Hendek’in, Hendek Savaşı’nı Uhud’un şartlarını oluşturarak geçmek mümkün mü? Birisinde dağ, diğerinde çukurlar stratejik önemde. Aklı başında herkesin “Hayır!” diye seslendiğini duyar gibiyim şimdiden.
O hâlde, nedir bu uluslararası kuruluş, nedir bu Birleşmiş Milletler aşkı?
Farkında değilsiniz herhâlde… Ya da farkındasınız da ağzınızdan çıktıktan, kulağınızla duyduktan sonra hemen unutuyorsunuz ülkenizle ilgili konuları.
Dünyada, Türkiye’ye hak veren halkların yaşadığı devletler dahil, Meksika dışında hiçbir devletin resmî politikasında Ermeniler aleyhinde sarf edilmiş bir söz, ilan edilmiş tek bir karar yok. Buna karşın Türkiye aleyhinde vaz edilmiş hükümler, alınmak üzere sırada bekleyen kararlar, uzun yıllardır beyinleri yıkanarak bugüne gelmiş kamuoyları mevcut.
Sanmayın ki Batı çok uygar, Batı'nın kamuoyu çok aydın.
En boş, en cahil insanlar batıda yaşamakta.
Çoğu Türkiye’nin haritadaki yerini bile bilmez. İnanın!
Çoğu Türkiye’nin idare şeklini bile bilmez. İnanın!
Eğer, yaşanan birkaç büyük sportif başarımız olmasaydı istisnaları unutmadan hepsi dememiz bile mümkündü buna. Türk okullarında yetişenlerin tırnağı bile olamaz çoğu. Hem de bugünkü bozuk eğitim sistemimize rağmen; görünen, saptanan bu…
Batılılar öyle sanıldığı gibi belgeye dayanmaz kanı sahibi olmak için. Televizyon, gazete, roman, önüne ne koyarsa alır, hıfzeder, inanır ona. Yeter ki iki, üç ayrı yerde çıksın karşısına. Bir kez inansın, dönmesi zordur o inançtan. Genelde bu işin aslı nedir diye araştıran, bir elin parmaklarından azdır. Önüne her konulanı hazmedenlerin çokluğuysa bırakın onların seslerini, nefes alışlarını bile örter arsızca.
Oysa Ermeniler dendi mi akan sular durur.
Ermeni her yerdedir. Amerika kıtasının her yerinde, Avrupa’nın, Asya’nın, Afrika’nın her yerinde...
Nüfuslarının üç, beş kişi olmasının da önemi yoktur. Çünkü gittikleri her yerde hemen kültür ve sanat dernekleri kurar hemen kamuoyu oluşturmaya başlar hemen Türkiye’yi mahkûm ettirecek propagandalarla etkileyecekleri cahil ama etkin zümreye ulaşmayı bilirler.
Türkiye lehindeki her fikri her sözü her hareketi acımasızca ezer geri döndürür ve bundan faydalanmasını iyi bilirler.
Etrafımızdaki çemberi daraltıp, bizi sıkmakla meşguller şimdi.
Biliyorsunuz, "Hristiyan Dünyası" yöneticileri, Nazi Almanyası’nın kendine özgü felsefesiyle yoğrulmuş bir papazı, papa makamına oturtmakta hiçbir beis duymadı. Kendisinden, insanlık ve dinî değerlerin yükselişi açısından hiçbir beklentim olmadı. O da böyle bir göreve soyunmadı. Dinlerin barışmasını istermiş gibi görünüp, muazzez peygamberimiz hakkında bugüne dek söylenen an ağır ve alçakça sözleri sarf etti. "Hristiyan Dünyası"na yönelik demeçlerinde Türk düşmanı olduğunu defalarca ve açıkça ifade etmekten kaçınmadı. "Papa oluşundaki en büyük etkenlerden biri de bu düşmanlıktır." desem, çok mu abartırım acaba? Allah’ın yarattığı kullara düşman, o kullar arasına nifak sokma gayretindeki bir dinî lider... Siz olsanız ne düşünürdünüz?
Din kitaplarını elleriyle yazan, Allah’ın gönderdiği bir kitabı yüzlere, sonra o yüzleri kafalarına göre dörde indiren, engizisyon kıyımını oluşturan, kendi peygamberlerinin ölümünde kullanılan cinayet aracını kutsal sayıp kiliselerinde, şapellerinde, evlerinde, üstlerinde taşıyanlardan ne beklersiniz ki? Siz ananızın, babanızın ölümünde kullanılan nesneyi evinizde, üstünüzde taşıyabilir, onu ibadet aracı olarak kullanabilir misiniz?
Kendi peygamberlerine tanrılık vasfı yükleyerek Allah’ın birliğine karşı gelen bir dinde kalmayı inatla sürdürmeleri bir yana, misyonerlik faaliyetleriyle birçok zavallının da ebedi hayatıyla oynayan bu insanlardan ne umulur ki? İdrak ve ilahi zekâları konusunda yorum yapmaktan hicap duyacağım bu insanlar; oluşturdukları dinden sıyrılıp, insanlığın tümünü kurtarmak için gönderilen son ve gerçek dini hâlâ reddetmiyorlar mı?
Gerçeği algılamaktan bu denli yoksun o insanların; el altından da olsa dini kullanarak Türkiye´yi sıkıştırmaya kalkmasını beklemek ve bu konuda tedbir alınmasını istemek komplo teorilerinden sayılmaz sanırım.
Çok sayıda ülkenin parlamentosunda aleyhimize oluşturulan hava, hacıyatmaz gibi engellenemeden ayaklanmış karar sırasındaki yerine yürüyor.
Ermenilerin Türklere uyguladığı soykırım sırasında "Osmanlı Ordusu"nu yöneten Almanların bugünkü kuşakları bile değişen çıkarlarının alçaltıcı açgözlülüğüyle iftira kampanyasında ön sıralara çıkma yarışında. Nazizmin yeşerdiği ve "Neo" başlığı takılarak hâlâ yaşatıldığı ülkenin insanlarından söz ediyorum.
Buraya kadar yazdıklarımda bir yanlış varsa uyarın lütfen.
Özetlersek…
Uygarlığının maddesel tüm alanlarda yaşadığı yükselişe rağmen Batılı; cahil, bağnaz, çıkarcı, egoist ve ne Yaradan ne de onun kulları önünde alçalmaktan korkmayan bir yapıda.
Yani en tehlikeli tür olan insanın en korkulan, en fazla tehlike saçan türü…
"Türk Diasporası"ndan söz etmekten bilerek kaçındığımın farkındasınızdır sanırım. Çok mecbur olmadıktan sonra dokunmam bile onlara. Çünkü onların çoğu; ülkelerini düşünmekten çok uzak, hatta Türkiye’nin karalanma kampanyalarının aranan oyuncakları gibi davranırlar nedense... Bırakın Türkiye lehinde ses getirecek kamuoyu oluşturmayı, çıkar kavgalarıyla birbirlerinin gözünü çıkarma kavgasıdır yaşadıkları. Geri kalanlarsa birleşip “Ortak Ses” oluşturmaktan korkar ve sinerek susarlar. Çünkü bilirler ki başlarına bir şey gelse yardımlarına koşacak kimse yoktur etraflarında. Bir Allah’ın kulu çıkıp şu Ermenilerle bizimkiler diyebileceğimiz insanları aynı anda incelese, ne demek istediğim daha net görülecektir mutlaka.
Üstelik inanın, nüfus olarak bizimkilerden fazla da değiller.
Onlar ortak, bizimkilerse korkak, tekil ve oynak hareket ederler.
Göreceksiniz, bu 24 Nisan'da da bir iki dernek dışında, umulan oranda ses getirecek bir eylem çıkmayacak bizimkilerden.
Aslında yurt dışına çıkmamıza da gerek yok.
Anası, babası, kardeşi, sevgilisi, dedesi, ninesi, amcası, teyzesi, halası Ermenilerce vahşice kesilerek öldürülmüş Kürt Kökenli vatandaşlarımızın anlattıklarını tekrar inceleyin yeter.
Uzmanı olmadığı konuda, üstelik araştırma ve inceleme yapmaya gerek görmeden hüküm giydiren Sabancı Üniversitesi Tarih Öğretmeni Halil Berktay’ı dinleseniz yeter. Murat Belge unutulur mu hiç?
Benim için yazdıklarının okunması eziyet veren; ama iyi bir reklam furyasıyla yazar sınıfına sokulan Orhan Pamuk ve türevlerini hatırlayın yeter.
Kısaca; bizim beceremediğimiz her şeyi Ermeniler kolayca beceriyor.
Çünkü yıllarını vermişler bu işe.
Bizim de onlar gibi zamana sığınmamız ve önümüze çıkan her anı akıllıca kullanmak zorunda olmamız kafalarımıza dank etmedi mi hâlâ?
Aşağıda alıntı yaparak birkaç satırını sunduğum “Bir Çağrı, Ermeni Soykırımı’nı Anıtlarla Analım” yazısındaki gibi bir kampanya başlatsak, bu ülke toprakları içinde yaşayan herkes de buna katılsa fena mı olur?
"Soykırım işlenen her yere, her kente, her köye birer anıt dikelim. İş bununla kalmasın. İl, ilçe, köy, plaj, ören yeri, tarihi bölge, rafting merkezi, kayak merkezi demeden tüm turistik yerleri de bu anıtlarla dolduralım. Anıt yerleri için, turistin en fazla geleceği noktalar bulunarak seçilsin. Efes’te Meryem Anamızın evinin bulunduğu yeri, Akdamar Adası’nı, Ani’yi bu işin dışında tutmayalım. Bunlar için fazla para gideceğini de sanmam. Biraz beton, biraz demirle, birkaç candan sanatçı birkaç sponsorla biter bu iş… Kısa zamanda etki altına alınabilecek kaç nesil oluşur bilir misiniz? Şuna inanın, bu işe başladıktan sonraki yirmi yıl içinde, Türkiye’nin doğrularını savunan çok insan göreceksiniz. Zamanında müdahale etmediğimiz için Ermeni İftiraları’nın bugün topladığı taraftar kitlesi gibi…"
Bugünlerde Çanakkale´ye gelecek Anzak Torunlarını da unutmayalım lütfen...
Tabii sıralanan tedbirler bunlarla da kalmamalı...
Bu söylediklerim, onların yaygara edebiyatlarına gönderilecek ilk karşılık verme dalgası. Ötekiler de aynı yazıda tek tek sıralı...
Bu işi genelkurmaya, devlet dairelerine bırakmakla da fazla bir şey kazanamayız. Biliyorsunuz, Batılıların asker ve devlet arşivlerine karşı, işlerine gelmeyen şeyler yazılı olduğu için alerjileri var. Okumuyorlar bile. Bu nedenle tüm sivil toplum örgütleriyle üstlerine gitmeliyiz. Önce yanlış yönlendirilen, yönlendirme ne kelime yanlış güdülen kamuoylarını aydınlatıp, doğruları öğretmeliyiz onlara. Yani, kendi paralelimizde kamuoyları oluşturmalıyız. Bu çok meşakkatli bir yol. Çünkü Batılıların ne kadar bağnaz olduğundan, kafalarına yapışan fikirlerden kurtulmalarının zorluğundan az önce söz etmiştik. Bu çileli yolu denemeye devam ederken yanına çok daha kolay bir yol katmalıyız birlikte... Taze beyinleri ve konu hakkında hiçbir fikri olmayanları doğrularla yıkamak gibi...
Aksini yaparsanız, haklı davamızın haksızlığını; çıkarcı parlamentolar ve onların üyelerinden oluşan uluslararası kurumlarca geri dönülmez şekilde tescil ettirir, Türkiye’yi aç akbabalarla aç çakalların önüne atmış olursunuz.
Onlar da bunu bekliyorlar, zaten Türkiye’yi mahkûm etmişler soykırımdan.
Akıllı olup bunu tersine çevirmek şart.
İlk yapılacak iş; spor karşılaşmaları dahil her platformda Ermenilerin yaptığı soykırımı haykırmak, haykırış sesleri silinmeden bu ve diğer yazılarda saydığımız tedbirleri uygulamak.
Hemen bugün hemen bu saat hemen bu saniye!
Vakit geçirmeden, derhâl!
Bugüne kadar bize uygulanan bezdirici baskıları ters yöne çevirip, doğruların yanında akmaya başlamasını sağladıktan ve zamanı doğruların yanında akılcı bir sistemle kullanmaya başladıktan sonra, isteyen uluslararası kuruluşlara gitsin isteyense soykırım sırasında Ermenilerle birlikte hareket edenlere... Gerçeği söyleyen için bir şey farketmez o zaman…