SARIKAMIŞ SAVAŞLARININ BAŞLADIĞI GÜN: 22 ARALIK 1914


"Sarıkamış Dayanışma Kurulu"
sayesinde herkes öğrendi artık.

Kahramanlık, kin, nefret, ihanet, beceriksizlik, bencillik ve aptalca hırsların iç içe geçtiği bir savaşın yıl dönümüdür bugün... İlk günüdür savaşın, Sarıkamış Savaşlarının tarihe düştüğü ilk gün...
22 Aralık 1914'ten 15 Ocak 1915'e kadar geçen, yirmi beş günlük; uzun, soğuk, ölümcül ve bir türlü geçip gitmeyen dayanılmaz bir zamanın başladığı gündür bugün...

Savaştan sonraki durum da savaşın kendisi kadar vahimdir.
Birçok insanın akıl almaz şekilde, hâlâ kahraman ve hâlâ büyük adam olduğunu yazıp çizdiği Enver Paşa, bozgunu gizleyip büyük bir zafer gibi duyurur ülkesine...
Bu örtbas, vatan sevgisinden değil; makam sevgisinden, kendi durumunu kurtarma gayretindendir. Kendisi için sarfedilecek gayret vardır da kahraman askerlerimiz için yoktur.
İşte bu çalkantılı dönemde de binlerce yiğit vatan evladı, açlık ve tifüs nedeniyle yok olup gider.

Ya padişah?
Herkesin ne kadar ulu ne kadar muhteşem ve nasıl bir evliya olduğunu anlatıp durduğu padişah da makamına toz konar korkusuyla olayların hiçbirine müdahale etmemiştir.
Üst ve alttaki satırlarda, gerçekler nedeniyle ister istemez suçlayıcısı olduğum bu insanlar, vatan haini miydi de bunları yaptılar.
Hayır, asla!
Onlar da en az sizler en az bizler kadar vatanlarını seviyorlardı.
Yalnız bu sevginin, bu kadar yanlış bu kadar başıboş şekilde ortaya dökülmesiyse Osmanlı'nın, kendi cenazesi için kazdığı en büyük mezar oldu...

Onların zaaflarına gelince...
Sizin, bizim zaaflarımızdan farksızdı.
Yalnız onlarınki koca bir devletin yok olup gitmesine neden olacak kadar büyük sonuçlara yol açtı.
Bunu yapmaya, bu zayıflığı göstermeye hakları var mıydı?
Yoktu! Asla, yoktu!
Devleti yöneten insanların zaaf göstermeye, kişisel çıkarlarını gözetmeye hakları olur mu ki onların olsun. Doğrusunu yapıp çekilmeyi becerebilseler, koca devletin tarih sahnesinden düşmesine engel olacaklardı. O zaman, yüz binlerce vatan evladının nefesleri bedenlerinde kalır, gereksiz insanların gereksiz zaafları yüzünden kimse ölmez; aileler perişan olmaz, memleket yetişmiş insan sıkıntısı yüzünden bu kadar geri düşmezdi.

Hani "Perşembenin gelişi, çarşambadan belli olur." derler ya! Hani bizde "Anasına bak, kızını al." diye bir söz vardır ya! Sanırım tüm mesele o söylemlerde saklı. Dün yaşananlar bugün yaşanmakta olanların çarşambası sanki... Yöneten, yönetmeye talip olan ve yöneteceğim diye; halktan toplanan paralardan dünyalık edinenler hiçbir zaman değişmiyor. Kısa bir dönemi; "Kurtuluş Savaşı" ve ilk dönem "Cumhuriyet Kadroları"nı bir kenara ayırıp yazıyorum bunları. Onlar gerçekten muhteşem insanlarmış. Düşünün: Yedi düvel dediğimiz dış düşmanlar ve onların izinden koşan çok sayıda uşak ruhlu, iç düşmanlar. Ne çoklarmış, değil mi?

İşte o düşmanların, aynı kapta fokurdayan akıldaş torunları bugün; Bingür Sönmez ve Sarıkamış gönüldaşlarının, "Sarıkamış Dayanışma Grubu"nun önüne çıkıp engellemeler yapıyorlar, onların yaptıkları inanılmaz işleri halkın gözünde küçük göstermeye çalışıyorlar. Küçük adamların, küçük ruhları dolaşıyor her yerde...

Bu küçük adamlar sayesinde harika bir gerçek çıktı ortaya. Hani şu Bingür Sönmez denen doktor var ya! Hani; tarihçi, sosyolog, politikacı, bürokrat olmayan o tıp doktoru var ya! Modern çağın kahramanı o, bence... Sarıkamış Gazisi, Sarıkamış Tarihçisi, Sarıkamış Yiğidi... Ne derseniz deyin ona. Hepsi anasının ak sütü gibi helaldir o aslana. Yalnız ona mı o yiğidin yanında yer alan, alperenlerden her birine...

Sözü daha fazla uzatmayacağım.
Çünkü yararlı olacağına inandığım; içinde "Zübüktrük Aydıncıvıklar"ın "Körebe" ve "Bezirgânbaşı" oyunlarını oynadığı, savaşın ön ve arkasından çok yanlarını ilgilendiren, aşağıdaki çok basit açıklamayı okumanızı istiyorum.
Lütfen ertelemeden, sıkılmadan, bıkmadan; zamanınızın üç, dört dakikasını ders niteliğindeki bu konuya ayırın. Unutmayın ki o kahramanlar, sizlerin yaşayabilmesi için, hiç düşünmeden hayatlarını bir kenara ayırmış, sevdikleri birçok şeyi terkedip gitmişlerdi.

Allah bu vatanı; makam hırsındaki yöneticilerden, cehaletten, her şeye çabucak inandırılanların aptallık hastalığından, ihanetten ve çıkarları uğruna gerçekleri çarpıtan zavallılardan korusun.
Amin!


BÖLÜM I

SARIKAMIŞ OLAYLARIYLA İLGİLİ KISA BİLGİ
Ana konu, Osmanlı-Rus Savaşıdır. Bunu tarih kitaplarında okuma imkânımız olduğu için; nedenini, nasılını, kim demiş, kim yapmışını burada irdelemeyeceğiz. Amaç, Sarıkamış olayları hakkında yanal bilgiler yoluyla aydınlanmak olduğuna göre, o günlerin sosyal ve sosyo ekonomik yapılarıyla ülkelerarası ilişkilerini de bir yana bırakarak başlıyoruz okumaya...
Osmanlı Erkân-ı Harbiyesi’nde liyakat yerine gözde olmanın başkomutan olmaya yetmesinin sonuçlarını gösteren bu hazin öykü; Osmanlı Hanedanı'na damat olan Başkomutan Vekili Enver Paşa ile yine onun gibi hanedan damadı olan ve daha yarbayken Genel Kurmay İkinci Başkanlığı yaptırılarak kendisine olmadık payeler yüklenen, bu elim olay sırasındaysa Albay rütbesi taşıyan Hafız Hakkı Bey’in müşterek bilgisizlikleri nedeniyle mahvolmasına ortak oldukları koskoca bir orduyu anlatır.
İşin trajikomik yanlarıysa o devirde Osmanlı Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi'nin [Genel Kurmay Başkanı] bir Alman olan General Bronsart von Schellendorf olması, kendisine paşa unvanı verilmesi; Sarıkamış'taki bozgunun sorumlularından "Damad-ı Şehriyârî" Hafız Hakkı Bey’in, tahrif edilen harekât sonuçlarıyla zafer kazanılmış gibi gösterilerek, hemen bozgunun ertesinde diğer "Damad-ı Şehriyârî" Enver Paşa tarafından paşalığa terfi ettirilmesidir. Terfi ettirilişinin üstünden daha bir buçuk ay bile geçmeden, yeni paşamız da tifüsten ölerek savaş kurbanlarının arasındaki yerini almıştır.
Harekâtın yapılması konusundaki ısrarına ve tüm hatalarına rağmen, Hafız Hakkı Bey’in ikinci derecede suçlular arasında olduğu bu acıklı öyküde; ihanetleri tescilli Ermenilerden başka, hâlâ yurdumuzu saran her belada her taşın altından çıkan Almanların rolünü unutmamak gerekir. Başroldeki aktörler; ülke olarak Almanya, ülkemizde Erkân-ı Harbiye'nin üst kademelerine yerleştirilen ihanet içindeki Almanlar, Almanlara aptalca hayranlık duyan ve her dediklerini onaylayan Osmanlı Makamları, tecrübesiz insanları komuta kademesine atayan yetki sahipleri, ülkenin başı olduğu hâlde saltanatının derdinde olduğu için görevini yapmayan, olaylara dur demeyen padişahtır. Tabii düşmandan söz etmiyorum. O ne de olsa karşı taraftır. Düşmanı kışkırtansa Almanlar... Kışkırttıkları yetmezmiş gibi savaştığımız Ruslara silah sattıklarına dair işaretler de mevcut. Bugün dış politikamıza yön verenlerin, onların bu kışkırtma yöntemlerini okuyup öğrenerek hafızalarına nakşetmelerinin şart olduğu kanısındayım. Görevleridir, zahmet olmaz sanırım.
Almanların ihanetinden söz ederken, yine bir Alman olan Mareşal Goltz'u yani Osmanlının Goltz Paşa'sını onlardan ayırıp farklı bir yere koyuyorum. Goltz Paşa Britanya'nın Mezopotamya Ordularını silip atarken bir de olayı tümüyle özetleyen doğru bir söz söyler. Der ki: "Kafkaslarda, kendilerini maalesef Napolyon Bonapart sanan birçok cahil adam var. Bunlar, ordularına güçleriyle bağdaşmayan görevler vermişler ve bu yüzden ordularını büyük zarara uğratmışlardır."
"Sarıkamış Harekâtı sırasında hiç kurşun atılmadığını, savaşılmadığını, askerlerimizin yalnız donarak öldüklerini" yazıp konuşanlara rastlamaktayım. Bu çok yanlış fikirleri nereden edindiklerini anlamak oldukça zor. Sarıkamış Olayları sırasında yapılan çok çetin savaşların, hatta Rusların çekilmeye kalktıklarının bilinmesi gerekir. Bu nedenle aşağıda bağlantısı gösterilen ve 5. madde nedeniyle yeniden değineceğim "1914 KIŞINDA SARIKAMIŞ KARLARI" şiirinde yer alan: "Tek kurşun savurmadık, görünmedi hiç düşman. / Dediler Moskof kaçmış, duyunca Osmanlıyı..." mısraları, savaşın ancak birkaç saatlik dilimini ve Osmanlı Kuvvetlerinin Rusları arayışını tasvir etmektedir. Yoksa savaşın olmadığını değil... Şehitlerimize yalnız "zayi" gözüyle bakma ve bunu söze dökerek sanki basit bir olaymış gibi tekrarlama basiretsizliğini gösterenlerinse bir an önce ülkemiz tarihine gerekli hassasiyeti göstermesi ve tarihimizle ilgili derslerine yeterli vakti ayırmaları gerekmektedir.
Sarıkamış tek bir olay değil, her biri ayrı bir öyküye sahip çok sayıdaki olayın oluşturduğu hüzünler manzumesidir. Çocukluğumda, özellikle Erzurum'da bulunduğumuz yıllarda, tüm Sarıkamış Olayları içinde hayatlarını kaybeden kahramanlarımızın 120.000 kişi olduğuna dair güçlü söylentiler vardı. Bu sayı içine: İkmal ve takviye birliklerinin yollardaki hâllerinden başlayarak, savaş sonrası tifüs, kangren, iyileştirilemeyen ağır yaralar ve açlık nedeniyle ölen muharip güçlerimizin de dahil edildiğini hatırlıyorum. Şehitlerimizin acısı daha tam soğumamış, olayların üzerinden yalnız 37-38 yıl geçmişti. Daha sonra, özellikle son yıllarda, 90.000 rakamı telaffuz edilmeye başlandı. Genel Kurmay Başkanlığı arşivlerindeki istatistiklerde görünen sayıysa bu rakamlardan çok daha az.
Neredeyse şehitlerimizin sayısıyla birlikte anılmaya başlanan "Sarıkamış Bozgunu"nu hazırlayan diğer faktörleri sıralayalım:
1- Tüm uyarılara, özellikle Hasan İzzet Paşa'nın gerçekleri ifade eden akilane açıklamasına karşın, kışın en ağır yaşandığı bir dönemde harekât yapılması...
2- Osmanlının ikmal kuvvetlerini organize eden komuta kademesinin gaflet içinde olması. Muharip güçlere komuta edenlerin de onlardan aşağı kalmayıp zaten yiyecek sıkıntısı çektirilen muharip güçleri; kış şartlarına uygun kıyafet ve teçhizatla donatmadan, alelacele savaşa sürebilecek ölçüde basiretsiz olması...
3- Osmanlı Erkân-ı Harbiyesi’nin başına çöreklendirilmiş Alman subay müsveddelerinin; tüm istihbarat bilgilerini savaşı yürüten güçlerden yani Osmanlı Ordusu’ndan saklayarak onların yerine binlerce kilometre ötedeki ülkelerinin genel kurmayıyla paylaşacak kadar mesleki cehalet, aptallık, alçaklık ve ihanet içinde olması. Osmanlı Genel Kurmay Arşivlerini bile hiç utanıp sıkılmadan, çalıp çırparak kendi ülkelerine taşıyan Almanların ihanetlerini hesaplayamayan ya da göz yumma gafletine düşen, daha açık söyleyeyim her şeyden haberleri olmasına rağmen kıllarını bile kıpırdatmayan uşak ruhlu Osmanlı üst makamları yüzünden, harekât için gerekli tüm hayati bilgilerin ordu karargâhına aktarılamaması...
4- Yurdun dört bir yanından gelen kuvvetlerle kurulan ve kimine göre yüz yirmi bini bir hayli geçen birleşik ordunun azametli görünümünden etkilenen kilit mevkideki bazı komutanların; “Sarıkamış Kurtarıcısı” ünvanına sahip olmak, Sarıkamış’a ilk girme şerefini elde edebilmek için teçhizat dahil birçok eksikliği göz ardı ederek taktik anlamda çok büyük yanlışa düşmeleri...
5- Gerek kuşatma çabaları gerekse çekilen ya da kaçtığı düşünülen Rus birliklerinin karla kaplı dağlarda kovalanmaya kalkışılması suretiyle harekât alanının planlananın dışında genişletilmesi ve hem uygun kıyafete hem de diğer teçhizata sahip olmayan askerlerin bu takipte görevlendirilmesi... Bu nedenle, "1914 KIŞINDA SARIKAMIŞ KARLARI"nda anlatılmakta olan işte o hazin anların yaşandığı, Allahuekber Dağı'nın bir yandan öte yana aşılması sırasında bile binlerce yiğidimiz soğuk nedeniyle şehit olmuştur.
6- İçimizde yetiştikleri için çok iyi Türkçe bilen Ermenilerin bitmez tükenmez ihanetleri...
7- Sakın gülmeyin ağlanacak şu hâle... Rus istihbaratının cahil askerlerimiz arasında, özellikle Ermenileri kullanarak yaydığı “Bit yiğitte, pire itte bulunur” sloganının umulmadık bir beşinci kol başarısı sağlaması ve bu nedenle binlerce askerin tifüsten ölmesidir..

..BÖLÜM II

. BÖLÜM III