TÜRKİYE İSRAİL DIŞİŞLERİ ELÇİLER

Uzun bir yazı yazmak değildir amacım.
Az olsun öz olsun, anlamayan varsa ona da akıl olsun. Gözü görsün, kulağı duysun, hızla usuna vursun. Vursun da inşallah, beni temsil edenler; uslu, zeyrekli olsun.

Sen; devleti ilgilendiren konularda Dışişleri'ni es geçip gizli görüşme ve anlaşmalar yapacaksın,
Sen; insanın doğasına aykırı bir şekilde her şeyi bildiğin sanısına kapılıp değerli diplomatları cahiller mertebesine iteceksin,
Sen; kafana esince dilediğin diplomatı herkesin önünde azarlayabilecek kadar devlet geleneğinden uzak olacaksın,
Sen; Dışişleri'mizi temsil edenlerle "Monşerler" diye alay edecek ve bazı kendini bilmezlerin, bu yetişmiş, değer kazanmış akil gücü yerle bir etmesine sebep olacak, onlara yapılan küçük düşürme çabalarını körükleyeceksin,
Sen; aklına eseni anında yerine getiremedi diye istediğin diplomatı istifaya ya da yer değiştirmeye zorlayacaksın,
Sen; bu çok önemli kurumdakilerin güven kaybına uğramasına neden olacaksın,
Sen; gerekli gereksiz hemen her şeye tepki koymana rağmen, peygamberine şeytan diyen saygısızı davul zurnayla ülkende ağırlayacaksın,
Sen; bir milletin şerefi olan askerinin başına, görev yaptığı ülkede, müttefikim dediğin bir başka ülkenin askeri tarafından kese kâğıdı geçirilmesine seyirci kalacaksın, ondan sonra da Türkiye'nin başına küçültücü bir olay geldiğinde o Hariciye mensuplarının aklını kullanmasını, inisiyatif almasını bekleyeceksin. Hadi bir mucize oldu da adam inisiyatif alıp tavır koydu. Yukarıdaki tabloya bakıp da "Arkamda devletim, arkamda hükûmetim var." diyebileceğini bekler misin?
O zaman ya sen olağanın üstünde umut varcısın ya da sana teslim olma zayıflığını gösterenleri gütme ve güdülemeyi çoktan beridir uyguladığın için, "Dilediğim zaman dilediğim şekilde tavır koyar, safların ne kadar puanı varsa toplarım hepsini..." demektesin. Dışa yansıyan görüntü şu: Devlet görevlilerini işçin mertebesine indirdiğin için, "Bu adamlar; senden talimat almadan iş yapamaz, yetki kullanamaz hâldeler." Şu an bu yazıyı okuyanlara sorarım şimdi: Özür de dilense diz de çökülse sonuçta kaybeden kim?

Özür mutlaka dilenecek. İşte o zaman kimse, "Özür dilendi" havasına da girmesin. Aradan biraz zaman geçtikten sonra akıllarda kalacak olan, dilenen özür değil, yaşanan olaydır. Diplomasi, olan biteni her ne kadar kendi çıkarına çevirmek gibi görünse de bu onun geri plandaki işlevlerinden biridir. Diplomasinin gerçek görevi; olayları başlamadan durdurabilmek, düşmanla bile dostça ilişkiler kurabilmektir.
İşte maharet budur. Bu mahareti gösterebilen adama da diplomat derler.


Sen; bir başka ülkenin en büyük temsilcisine en olmadık yerde, tüm dünyanın gözü önünde her türlü hakareti edeceksin,

Sen; hızını alamayıp bütün yıl, hemen her fırsatta hakaretlerini sürdüreceksin,
Sen; o ülkeye aba üstünden sopa sallamaktan mutlu olacaksın, ondan sonra da adamların ellerinde armut sepeti var diye hiçbir tedbir almayacak, aldırmayacak, almayı düşünmeyeceksin. Bu tedbirsizliğin yüzünden daha neler olacak bilsen. Örnek mi? Bu yılın Mart ve Nisan aylarında "Soykırım Lobisi"ni izlersen ne demek istediğimi anlayacaksın. Anlayacaksın da Türk Milleti'nin düşürüleceği durum seni hiç mi hiç lgilendirmediğinden, yine herhangi bir önlem almadan, yalnız "laf ebeliği"yle geçiştireceksin durumu...

Sayın Dışişleri!
Ya siz?
Ya siz ya siz ya siz!!!

Size gelince Bay Büyükelçi: 

Kendi adıma, milletim adına çok üzüldüm olanlara...
Sizi o daracık koridorda o daracık oda da o bacaksız koltukta izlerken, ateş basmış yüzünüzdeki tebessüme bakarken; Mustafa Kemal'i, Kurtuluş Savaşı kadrolarını, Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki Hariciye'mizi, Rahmetli Hasan Esat Işık'ı düşündüm.
Ekran karşısında ağlar gibiydi hâlim.
Değer miydi?
Değer miydi korkulara tutsaklık?
Ülkemin tepesine bir de koltuk vurdurmak?..
Değer miydi?
Değdi mi Büyükelçi?






Günay Tulun