Bir pazar günü idi.
Hamamdan yeni gelmiş, yemeğimizi yemiş oturuyorduk. Dayım sedirin üzerinde gazete okuyordu.
Bir aralık gözüm duvarda asılı bir paşa resmine ilişiverdi.
Merakımı yenemeyerek dayıma sordum:
-Dayı, bu paşa kimdir?
Dayım:
-"Babamdır." diyerek şunları anlatmaya başladı:
"İstiklal Savaşı'ndan evvel yapılan bütün savaşlara katılmış, çok ihtiyarladığı için emekliye ayrılmıştı. Tabii biliyorsunuz ki o zaman yurdumuz çeşitli devletler tarafından işgal altında bulunuyordu. Babam emekliye ayrılmasına rağmenm yine boş durmadı. Köyde eli silah tutanlara gizlice haber veriyor ve geceleri bir motora bindirtip Karadeniz'de bekleyen ufak teknelere gönderiyordu. Onlar da oradan Samsun'a ve yurdun işgal devletleri tarafından elde edilmemiş şehirlerine gidiyorlardı."
"Bu arada, köyün ihtiyar müftüsü ölünce yerine başka birini seçmek için halk karar vermişti. Bir ihtiyar bir de genç namzet vardı. Neticede ihtiyar müftü seçilince genci isyan etti. Fakat genç olanı istemeyenler çoktu. Bunun için genç namzet, öcünü almaya yemin etti.
Ve neticede Yunan Polislerine giderek; babamı; 'Asker, yani eli silah tutanları kandırıp Anadolu'ya kaçırıyor.' diye ihbar etti."
"O arada hasta olan babamı geceleyin, soğukta karakola çağırdılar ve ifadesini aldılar. Sabahleyin, karakola gittiğim zaman, babamı sordum. Onlar cevap vermeyip 'yarın' gelmemi söylediler."
"Ertesi gün yine gittim ve babamın Trakya'ya gönderildiğini öğrenince hemen bir trene atladım. Bana mahsus bir gün sonra haber verdiler. Vakit kazanmak için..."
"Trakya Bölgesi'nde bulunan Edirne'ye varınca babamın Yunanistan'da olduğunu bildirdiler. Ben geri dönerek yolculuğa hazırlandım. Yunanistan'a gittim. Fakat görüşmek için müsaade vermediler. Ben de mecburen geri döndüm. Onu, orada mahzene atmışlardı."
"Babam bize mektup yazmak için uğraştı. Ve sonunda izin almaya muvaffak olarak birkaç mektup yazdı. O ölünce kemiklerini toplamak için Yunanistan'a tekrar gittim. Fakat kemiklerinin yerini bile söylemediler. Aramama rağmen bulamadım."
"Yıllar su gibi geçiverdi. Bir gün genç olan müftünün oğullarını gördük. Biri polisti. Hemen emniyet müdürlüğüne haber verdik ve hadiseyi anlattık. Onu da vazifesinden uzaklaştırdılar."
Ne zaman o resmi görsem, dayımın anlattığı bu hikâyeyi hatırlarım.
GÜRAY TULUN [1944-1994]
[Galatasaray Lisesi 1039]
İlk Yayınlandığı Yer: Küçük GALATASARAYLI DERGİSİ Aylık Dergi
Derginin Yayın Tarihi: Mayıs 1956
Temsil Özel Sayısı
[YAYIMCININ NOTU] Güray Tulun*** bu yazıyı yazdığı tarihte 11 yaşında küçük bir çocuktu. Kullandığı Türkçenin ve imla kurallarına ettiği dikkatin; bugünün çocuklarına, gençlerine ve onları yetiştirebilmek için yeterli gayreti sarf etmelerinden uzun süredir şüphe duyduğum eğitimcilere örnek olmasını dilerim. Yaşları kemale ermişler ve aynı kategorideki gazeteci tayfası için yapılacak bir şey kalmamış gibi... Bari çocuklarımızı ve gençlerimizi kurtarabilsek.
Bu arada dikkat etmemiz gereken bir nokta daha var. O da Anadolu'yu işgal edip sonra Türkler bize soykırım yaptı diye tam bir şeytan gibi şarlatanca sesler çıkaran Yunanlıların insanlarımıza karşı yaptıklarının adı nedir acaba? Üstelik bu kaçıncı örnektir, sayabilen var mı?
*** Güray Tulun hakkında bilgi: GÜRAY TULUN SAYFASI [http://www.guraytulun.blogspot.com]