Atatürk’ün Türklük, Türk Ulusu’nun büyüklüğü ve Türk Milliyetçiliği ile övündüğünü hepimiz biliriz.
Birçoğumuzun bilmediğiyse; o güne, yani Atatürk’ün Türklük, Türk Ulusu’nun büyüklüğü ve Türk Milliyetçisi olmasıyla kıvanç duyduğunu açıkladığı güne kadar “Türk” olmanın bir suç gibi algılandığıdır.
Yabancılar Türk sözcüğünü aşağılamak için kullanır, hakaret etmeye niyetlendikleri insana “Türk”, “Kaba Türk” ve benzeri kelimelerle seslenirlerdi. Türkler de bu hakaret karşısında sessiz, ürkek, ezik bir tavır takınır, “Biz Osmanlıyız” sözleriyle otomatik savunmaya geçerlerdi.
Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre”siyle "Vatan" şiirini hatırlayan varsa ne demek istediğimi iyi anlar.
Oyunda sürekli olarak vurgulanan Osmanlılık, "Vatan"daysa “Osmanlıyız can veririz, nam alırız biz” sözleriydi.
Bu konuda "Vatan" ve “Vatan yahut Silistre” yalnız değildir elbette.
Şiirimiz, müziğimiz, edebi eserlerimizin neredeyse hepsi Osmanlılık kokardı o dönemde.
Türklük, Türk'üm demekten korkanların zorlamasıyla benliğini Osmanlılık potası içinde eritmiş, Türklük utanç, Osmanlılık övünç kaynağı olmuştu. Biz Türk değil Osmanlıydık.
Sanki Türk'üm dediğimiz an imparatorluk yok olacak; Türklerin dışındaki Osmanlı Tebaası pılı pırtısını toplayıp başka yöne gidecekti. Onun için habire şirinlik muskaları dağıtıldı yıllarca.
Ve sonunda şirinlik muskaları yapacağını yaptı.
Hem de ne dehşetli bir maliyetle! Ne Osmanlı kaldı, ne de Tebaası…
Masum konumdaki Türkleri kitleler halinde öldürenler, kendi katiller sürüsünün kayıplarını hâlâ doymak bilmez sayılarla çarpıp abartırken, ölen Türklerin hesabı bugün bile yapılmıyor.
İşte, böyle acı bir maliyet var bu gaflette.
Günümüzle ne kadar benzer bir durum, değil mi?
O gün, Türk değil Osmanlıyız diyenlerin bugünkü kafadarları Türk sözünü Türkiyeliye çevirmiş, eveleyip geveliyorlar.
Ya karşıdakilere ne demeli? Türklerle ilgili her türlü hakareti rahatça yapıyor ve bunun üstüne demokrasi kılıfını geçirip “İmdat, Türkler haklarımı yiyor!” diye bağırıyorlar.
Tarih boyunca sıkça duyduğumuz, ama akıllanmamıza yetmeyen bir naradır bu!..
Tüm şehirlerimizin sokaklarında mezra kültürü egemen olmuş; kırsalın “Gasp, cinayet, soygun” üçlemesi çeteleşerek istediğini yaptırıyor. Eroin, kokain, uyuşturucu hap gibi ölüm tuzakları ilköğretim okullarında bile cirit atıyor. Artık esrarı uyuşturucudan sayan bile yok. Eşkıya; geleceğimizin teminatı olması gereken Türk Gençliği’ni dibe itecek her türlü çareyi dener, vatandaşı sürekli huzursuz eder, Türkiye’yi her yerde karalarken olanları görmezden gelen ya da yüksek sesle dile getirmekten korkanlar sardı her yanı. Öyle bir noktaya itildik ki geçim sıkıntımızdan başka hiçbir şeyi düşünemez hâldeyiz.
Ya bütün bunlara dur demesi gerekenlere ne dersiniz?
Ne düşünürsünüz bilmem ama bence düşünmeniz bile boşa zahmetle eşdeğer.
Atatürk’ü, onun silah arkadaşlarını düşünüyorum sık sık.
Akın akın Çanakkale’ye koşan o muhteşem nesli düşlüyorum hâlâ.
Kurtuluş Savaşı’nın Mehmetlerini, Ahmetlerini…
Acaba diyorum, acaba onlar gibi bir nesli bir daha yakalamak mümkün olacak mı?
Hani o “Korkak bin kere ölür, yiğitse bir” diyen o kahramanların neslini.
Aynı Osmanlı gibi eziklik içindeyiz. Gelen aşağılıyor, gidense hakaret ederek...
Türkler bu hâlden silkinerek kurtulmuşlardı o gün.
Bugün o günlere ne kadar benziyor değil mi?
Bıkkınlık veren bir noktaya tırmandı kötülükler.
Kaf Dağı’nın ardına kaçmadan yakalamak gerek umudu...
Bir kez daha yazıyorum. "Orhun Anıtları"nı okuyun lütfen.
Olayların bugünlerle benzerliğini görüp şaşıracaksınız.
Atatürk’ün "Nutuk"unu okuyun. Her şeyi daha iyi görmenize neden olacak. Hatırlamanız için Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni aşağıya yazacağım. Hani her yere asılan, her zaman okunup da anlamı düşünülmeyen hitabeyi. Yani, yazımın bundan sonrası atam Atatürk’le sizin aranızda.
Dilerseniz önceden kırk kez okumuş olsanız dahi bu kez değişik bir dikkatle okur, dilerseniz “bana ne!” der geçersiniz. O; nerde durduğunuza, nerde durmak istediğinize bağlı.
[ Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır.
Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kasdedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve delalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklal ve Cumhuriyeti'ni kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur! ]
İlk Yayınlandığı Yerler
Yazarlar ve Ozanlar
Türk Edebiyatı
Kent Haber
Edirne P.
İlk Yayın Tarihi
7.3.2007