TERÖR, HAYAT ve İCAZET


Son günlerde herkes; başta siyasilerle basın, sanki sözbirliği etmiş gibi terörün hortladığını söylüyorlar.
Bence koyu bir öngörüsüzlüğün sözcükleri bunlar. Tohumları atılan hiçbir şeyin bitmeyeceğini öğrenemeyenlerin ayıbı hepsi. Bugün hâlâ varlığını sürdüren şiddet eylemlerinin uzun bir geçmişten geldiğini kim unutabilir?
Acaba kaçı yok oldu zulüm ideolojilerinin?


Tersini söyleyip bu dediğini gören gözlere, mantıklı insanlara kanıtlayacak birileri var mı?
Nazizm, faşizm, komünizm, kapitalizm bitti mi? Irkçılığı birileri yok etti de ben mi duymadım? Ku Klux Klan bile, "Dünyaya demokrasi götüreceğim" diyen adamın ülkesinde "Country music eşliğinde folk dansları" yapmıyor mu?
Haçlı seferleri, din uğruna cinayet işleme yok mu artık?
Yok diyorsanız yaşananların açıklaması ne?

Terör bitmemişti beyler, bitti diyenler gibi uyumamıştı da. Yalnız kulağının üstüne yatmış; uygun ortamı, kar toplayan yağışlı hava gibi gücüne güç katmayı bekliyordu nefesini tutarak. Sonunda yeniden ses edecek gücü buldu kendinde.
Tüm suçu dış güçlere yüklemeye devam edersek yine baş edemeyiz terörle. Önce içeride bir şeyler yapmak gerek. İşçi, memur ve emeklinin hayat standardını yoksulluk sınırının üzerine çıkarmak şart. Bu öyle enflasyon kadar zam yaptık demekle olmaz. Önce yoksulluk sınırının üzerine çıkıp insanca yaşamanın standardını tutturacak sonra elindekinin yeniden erimesini engellemek için enflasyonu geçen bir zam yapacaksın.


Bu onların hakkı. Analarının ak sütü gibi hem de...
Eldeki imkânları, her türlü kolaylıkla bezendiği halde hâlâ "Biraz daha, biraz daha" diyenlere aktarmakla siyaset yapılmaz. Hakkının iadesini isteyen garibi azarlamakla yöneticilik, hakkı hak sahibinden esirgeyerek gerçek kulluk yapılamayacağı gibi...

Gizli ve açık işsiz ordusu her geçen gün büyüyor. İşsizliği "Dervişvâri" bozuk reçetelerle körüklemek yerine, akıllı tedbirlerle inişe geçirtmek gerek. Sanki kaynakçıbaşılık görevini sade vatandaş üstlenmiş gibi "Kaynağı bulun öyle isteyin, size göre kaynak yok" saçmalıkları bugünlerin gelmesine hızlı bir katkı yapmadı mı? Devletin esirgediği imkânları başka yerde aramak, geçim ya da "Televolik yaşam" uğruna mafya ve terör örgütlerinin ağına belki de isteyerek düşmenin bedeli olmuş olamaz mı?


Türkiye birkaç yüz bin zengin ve birkaç milyon tuzu kurudan ibaret değil.
Geride sıkıntıları çığ gibi artan dev bir kitle var.
Kısacası millet; insanca rahatlığa aç, huzursuz ve mutsuz.
Halk kendisi için bir gelecek görmüyor. Geleceğinden korkuyor demiyorum, halkın kendisine ait bir gelecek olmadığına inandığını söylüyorum.


Bugün yoksulluk sınırı iki bin YTL'ye dayandı derken; emekli, işçi ve memurları açlık sınırının altında yaşamaya zorlamak, terörün insan kaynağına çabuk ulaşmasına faktörel destek vermekle eş anlam taşımaz mı?
Hakları koruma görevine soyunmuş sendikalara bakın hele....

Emekliyi unutmuş, çalışana lâyık gördükleri ücretse yoksulluk sınırının altında bir yerlerde. DİE'ne gelince; açlık sınırının üstünde ama yoksulluk sınırının altında bir rakamı "Kaymak tabaka ücreti" olarak görüyor. Onlar, yani çalışanların temsilcileri ve çalışanların içinde olduğu kurumlar böyle yaparsa ...

Politika üretirken gerçekleri halının altına süpürmek devekuşunun kumla halvet olmasından başka nedir ki? Terörün en büyük destekçileri açlık, işsizlik ve yönetenler eliyle yaratılan gelirler arasındaki uçurumun yaşam şartlarını alt üst etmesi. Herkesin bildiği hâlde en çok göz ardı edilen bu tespiti, halı üstüne çıkarttıktan sonra ufacık bir hatırlatma tam yerine oturmaz mı?
Ülkelerin asıl temsilcisi olan halka eziyet çektirmeye kimsenin hakkı yok?
O halk ki asıl patron!
Gel işlerimi yönet diye vekâlet verdiyse bunun "Ömrümü acılarla tamamlamak istiyorum" anlamına geldiğine hükmedenler, bu kanıya neye dayanıp vardılar acaba?


Gelelim meşhur dış politika zaafiyetlerine...
Gaspa bile çare bulamayanlar iki de bir sağa sola tafra atmada...
"Irak’a da girerim, Ege’yi de vermem, Kıbrıs’ı da keserim."
Gireceksen, vermeyeceksen, keseceksen AB ve ABD’ye karşı sürekli “Emrin başım üstüne amirim" havaları ne?
Ya lâf kesilmeli ya da gaf.
Sonunda Ürdün kadar bile inandırıcı olamamak sizlerin de canınızı acıtmıyor mu? Hele hele İran'ın durumu...
Sınır ötesi harekât yapıyor Irak'ın içlerinde.
Talabani, Barzani, Bush ve Blair'i dikkate bile almadan...
Girerim dedi ve girdi.
Talabani anlaşma için koşarak gitti İran'ın ayağına...
Dış politika oynak zeminler içinde oynandığı için daha fazla dikkat, ciddiyet ve kararlılık ister. Bir milletin başka milletler karşısında onurla ayakta durabilmesinin yolu dış politika uygulamalarından geçer. Aynı İran'ın anlamak istemeyenlere ısrarla anlatmaya çalıştığı gibi...

Şu anda sesi fazla açılmış bir televizyondan haberler düşüyor kulaklara.
Yine kalleşçe patlayan bombalar, yine mayın iffetsizlerinin eliyle ölen şehitler. Caniler belli, yöneten belli, sevkeden belli, hamiler belli...
Yalnız çok önemli bir değişim var lehimize. Kim aksini söylemeye çalışırsa çalışsın artık halk düşmanı caniler topluluğunun da benim dedikleri bir ülke var. Aynı terörün onların ülkelerine taşındığını bir düşünsenize! Keyifleri şöyle alttan alta bozulsa, aynı metod, aynı acımasızlık onlara karşı kullanılsa? Hazır ağabeyler "İcazeti nereden alırsan al, bana ne!" demişken."
Kendi başımıza bir şeyler yapmamızın imkânı kaldıysa tabii...
Şu icazet işlerine gelince...

Kanıma da canıma da öyle bir dokunuyor ki!..

Egemenliğine; onu bayramlarla kutlayacak kadar düşkün bir ulusun çocuğu olarak, gönlüm eziklik ve acılarla doluyor. Ülkelerinde adam yerine bile konulmayan bazı yabancı zevat, ülkemin yöneticileri karşısına geçip "Şunu şöyle, bunu da böyle yap" diye talimat vermiyor mu? İnsanın içi nasıl burkuluyor bir bilseniz. Şahsen ben; onların bu edepsizlik için özel bir cesaret gerektiğini fark edecekleri güne kadar, ülkemi yönet diye vekâlet verdiklerimizin onlara haddini bildirecekleri güne kadar, 23 Nisanlara utanarak bakacağım.
Ülkemdeki insanların da o haddini bilmezlerin ülkesine varıp "Şunu şöyle, bunu böyle yap" diyebilmesinin özlemini duymadan hem de!

Haksızlık ve intikam bize yakışmaz.
Ama bir şeyler var gerçekleşmesi gereken. Mutlaka yapılması gereken...
İşte o gün gelmeden, işte o gün; Amerikalı askerlerin kafasını kese kâğıdıyla süsleyip nezarethanelerde sorgudan sarhoş etmeden, sonra alay ederek serbest bırakmadan hiçbir 23 Nisan'ı kutlamayacağım.
Ne dersiniz, bir insan ömrüne sığmayacak kadar uzak mı bu istek?






İlk Yayınlandığı Yerler
Yazarlar ve Ozanlar
Türk Edebiyatı
Kent Haber
Edirne P.

İlk Yayın Tarihi
16.8.2005