[ II ] TÜRKLER ve ERMENİLER [ II ]

turklere biz savas actik kacaznuni225Ermenileri, daima üç kısım olarak düşündüm.
Birincisi, bu vatanın sahibi olanlar.
Çanakkale'de, Rumeli'de, İstiklal Savaşı'nda; Türk Mehmetlerle omuz omuza çarpışmış, gazi olmuş, şehit düşmüş kahraman Ermeni Mehmetçikler ve onların torunları... Türkiye onların ana vatanı. Bizler de kardeşleri... Ne yazık ki Ermenistan'la Türkiye arasında sıkışıp kalmışlık duygusu yaşıyorlar. Onları iki arada bir derede, ürkek görmek üzüyor insanı. Toplumumuzun tüm kesimlerinin; bu duyguyu ortadan kaldıracak, bir daha yaşanmasını önleyecek adımlar atması şart. Bu hassas vatandaşlarımızın sahiplenme duygularını pekiştirecek, güçlü, düzgün, güven verici adımlardır söz ettiğim.
Bir de şaştığım bir şey var. Ermeni, Süryani ve Rumlarla Yahudi Dinindeki vatandaşlarımız neden askerlik, milletvekilliği gibi konulara ilgi duymaz. Ülkenin, onların fikir ve çalışmalarına ihtiyacı yok mu hiç?

İkincisi, Hayastani Hanrapetut’yun Ermenileri...
Bunlar: Kin tutan, kin öğreten, Anadolu Türklerine uyguladıkları soykırımın kopyasını daha birkaç yıl önce Azeri canlarımıza uygulayanlardır. Yani Ermenistanlılar. "Azerilere yapılan soykırımda, tüm Ermenistan Halkı'nı suçlayabilir miyiz, içlerinde iyi niyet taşıyan birilerini bulmak mümkün değil mi?" gibi sorular gelir akla. Söyleyeyim, vardır mutlaka. Vardır da hiçbir etkinliklerini görmek nasip olmadı bize. Belki, yapmak isteyip de kendi vatandaşlarından korktukları için yapamadılar bir türlü... Korku karşısında suskun kalış suçtan arınmayı ne kadar sağlar, onu da vicdan taşıyan birileri cevaplasın dünyaya...
Hayastani Hanrapetut'yun Ermenileri, tüm siyasetlerini Türk düşmanlığına yöneltmiş. Bu içte de böyle dışta da... Değiştirecek cesareti bulur, aklın ve insanlığın doğru yoluna dönerlerse bir, hatta iki yeni kapıya ulaşabilirler. Bu kapıların Türkiye ve Azerbaycan olacağı açık. Gürcistan savaşı herkesin malumu. Yarısı laf da olsa İran'a uygulanmakta olan uluslararası bir ambargo var. Karadenize çıkışları da yok. Bizden alınan mallar ancak Gürcistan üzerinden ithal edilebiliyor. Dış ticaretleri baştan başa sorun... Tarihi yanlış algıladığı için ruhsal dengelere ulaşmakta zorlanan aşırı milliyetçiler hariç, kısıtlı olanaklarla boğuşan halk ve iş adamları Türkiye'yle ilişkilerin geliştirilmesinden yana. Gerçek tarihi bilenlerle bir olup ticaretin yolunu arıyorlar. Akıllarını kullanır, gerçekten insanca yaklaşım içinde olurlarsa onun gelişmemesi için hiçbir neden kalmaz. Zaten şu anda bile, yüz bin civarında vatandaşları Türkiye'de kaçak işçi olarak çalışıyor. Onlara git diyen de yok; ataların, atalarıma ne etti diyen de!

Üçüncü grup Diaspora Ermenileri...
Soykırımdan kazanç sağlayan, geçimlerini bu yoldan sağlayan belli bir zümrenin hedef piyasasıdır bu insanlar. Hem hedef kitledirler hem de soykırım ticaretinin pazarlayıcıları. Ne de olsa serbest pazar ekonomisi... Akla, mantığa, gerçeklere rağmen Türklere karşı her türlü melaneti sürdürmeye azimlidirler. Aynen soykırım fiiline katılan dedeleri aynen nineleri gibi...

Büyük Osmanlı Soykırımı, Azeri Soykırımı, Konsolos cinayetleri, Asala katliamlarına rağmen; Türkiye Ermenilerinin bir gün dahi bu kumpasın içinde oldukları ya da benden farklı düşünebilecekleri aklıma gelmedi. Hâlâ da gelmiyor. Diğer ikisiyse nifak ve kötülük tohumlarını ekmeye devam ettiler. Hesaplarına göre, husumetin sürüp gitmesi gelecek kuşakları da etkileyecek. Kazanan diaspora tüccarları; kaybeden, geçmişte de benzer acıları çeken, Türk ve Türkiye Ermenilerinden başkası olmayacak. Bunun düzelebilmesi için, "Ermenilerin tarihleriyle yüzleşme dönemi" geldi de geçti bile!.. Hayastani Hanrapetut'yun ve Diaspora Ermenileri, başta Türkiye Ermenileri olmak üzere; Türk, Azerbaycan ve kandırdıkları dünya insanından özür dilemeli, bunu da içine sindirmeyi becerebilmelidir.

Kötülükten iyi şeyler doğar mı bilmem ama "İlle de soykırım!" diye diye insanımızı soykırım araştırmasının içine itenlere bir teşekkür borçluyum. Nifak sokmak için çabalarken, hayra dönen bir işe imza attılar. Bilgileri artıp sağlam kanıtları görenler, soykırımı asıl yapanları tanımayı da becerdiler. Gerisi gelir artık!

Hayatım boyunca değil Ermenilere, hiç kimseye kin tutmadım. Hiç kimseyi atalarının yaptıklarından sorumlu tutmam, tutamam. Soykırımları savunanlara, onun uğruna yalan, iftira, cinayet ve teröre bulaşanlara bir çift sözüm var buradan... Ne yapacaksınız da "Gözleri gören, kulakları işiten insanlara" o büyük vahşetleri unutturmayı başaracaksınız. Ya sizi yaratana!.. Bunlar için bir çabanız var mı, yoksa kin yolunda her şey mübah mı sizce?"

"Gerçeğin Damlaları" nda çıkan bir yazım üzerine, şu anda İstanbul'da yaşayan Tatvan doğumlu bir okurdan, edebi eser gibi kaleme alınmış, çok güzel bir elektronik mektup aldım. "Türkiye gerçeği neden açıklamıyor. Ermenilerin yaptığı katliam sonucunda Anadolu'da altı milyondan fazla Müslüman nüfus yok oldu. İhtiyarlardan Dicle'nin kıpkızıl aktığını defalarca dinledim. Hamile kadınların karınlarının yarılarak içindeki cenin ve bebelerle top gibi oynandığını, göğüslerinin oyularak çıkarıldığını ve diğer soysuzlukları bir kez daha dile getirmek istemiyorum. Devlet biraz kıpırdamalı. Ellerinde milyonlarca 'Osmanlı Arşiv Belgesi' var. Amerika'dan mı Avrupa'dan mı çekiniyorlar, açıklasınlar" diyor. Soyundan birçok kişinin Ermeniler tarafından vahşice katledildiğini belirterek "Bilinmesini isterim, ben Kürd'üm. Hayatım boyunca hiçbir Ermeni'yle arkadaşlık etmedim, konuşmadım, onlara katiyetle güvenmedim. Tatvan'daki Ermeni komşularımızın, soyuma yaptıklarını unutmak olası değil. Hiç tanımadıkları hâlde dedemle ninemi dağlarda saklayan Türkler olmasaymış anam, babam ve kardeşlerim bugün doğmamış olacaklardı. Ben de..." demiş. "Yazılarınızdan gerçekleri iyi bildiğiniz anlaşılıyor. Buna bakarak sizin de benim gibi davrandığınızı anlıyorum." diye eklemiş.

Benim bu konudaki öyküm çok farklı. Ermeni asıllı birçok arkadaşım oldu. Hem de çok küçük yaşlardan beri... Bunlardan bir kısmı, babalarının iş durumu bozulunca Fransa'ya gittiler. Küçüklük, çocukluk, gençlik arkadaşlarımdan hemen aklıma geliverenleri sayayım. Berç, Garbis, Hacı (Haçadur), Artin, Minas, Agop (Hagop), Varujan, Hayk, Mıgır (Mıgırdıç), Serkis, Cem, Hampar (Hamparsun), Haygan (Hayganoş), Ragıp, Hermin...
Daha çok isim ekleyebilirim. Okuru bıktıracak kadar hem de...

İstanbul'un sayfiye yerlerinden birinde muhtar seçilen rahmetli dayımın yardımcısı, o ünlü Ermeni Ağızı'yla konuşan su katılmamış bir Ermeni'ydi. Doktorlarımızın adı: Matmazel Agavni, Ohannes ve Minasyan Beylerdi. İlkinin adında tereddütlüyüm. Çünkü ona, her doktora söylediğimiz gibi "Doktor Hanım" derdik yalnızca. Her bayramda elini öperek saygılar sunduğumuz "Madam Ana" (Meryem Hanım) ve gerçek adını sormayı yalnız benim değil hiçbir arkadaşımızın aklına getirmediği kızı "Abla"... Terzimiz Bogos Amca'ydı. Bağlarbaşı'nın güzel kızlarıyla güzel insanlarını unutmak mümkün mü? Merih ablanın güzelliğine hayrandık, yüzüne bakamazdık. Bağdat Caddesi'nden Jül Bey'le titiz oğlu, onların Beyoğlu'ndaki iş yerlerinin az ötesindeki seyahat acentesinden Gırgır Arman; Armanların karşı sırasında maaşımı yatırmadan geçemediğim plakçı "Matmazel", yine plakçılık yapan Manuk...
Kadıköy'deki diğer plakçım, çalıştığım kuruluştaki bölge müdürüm, hediyelik eşya işlerini hallettiğimiz Kapalıçarşı'daki küçük dükkân, Şişhane'deki eczacımız... Hangisini sayayım? İş yerimizle çalışan tüm Ermeniler direkt bana gelirdi. Müzik aletlerimi aldığım yerin sahibi de Ermeni'ydi. İki de bir arkadaşlarla gidip özel müzik tesisatı yaptırdığımız Voyvoda Caddesi'ndeki yerin sahibi de...
Bir gün bile onlardan farklı olduğumu, onların da benden farklı olduklarını düşünmedim. Hiçbir gün hiçbir saat, dakika ya da saniye Ermenileri düşman olarak görmedim, kabullenmedim.

Bu nedenle o yazıyı gönderen Tatvanlı kardeşime, herkesi aynı kefeye koymamasını, olumsuz düşüncelerini yeniden gözden geçirmesini tavsiye ederim. Gerçeği bilmek başka, kin tutmaksa bambaşka bir şey. İnsanı zehirlemekten başka hiçbir işe yaramaz.

Maça gelirsek...
Önce Taşnakların az ya da çok protestosunu göreceğimizi zannediyorum. Zaten soykırım cinayetlerinde de başı çeken ve çektiren onlardı. İstiklal Marşı'mızı yuhalarlar, atağa kalktığımızda da futbolcularımızı... Tüm bunlara rağmen göreceğimiz şu. Şaşılacak derecede bize benzeyen insanlar. Sevinçleri, kavgaları, sempatileri, nezaketleri ve kabalıklarıyla. Sonuç içinse tahmin yapamam. Müneccimlik sınavını veremedim bir türlü.

Düşüncen ne derseniz: Genelde her maçta olduğu gibi, bu maçın da ilk yarısında zorlanacağımızı düşünüyorum. İki taraf da stres altında oynayıp kasılacak. Gol atacağımızı da yiyeceğimizi de sanmam. İkinci devrede iki gol atıp maçı 2-0 kazanmayı dilerim. Gollerden birini Tuncay atıp özgüvenini sağlamlaştırsın. Diğeriniyse eğer oynatılırsa "Nöbetçi Golcü Semih"...

Her şeyin hayırlısı tabii...
Her iki taraf için de öyle olsun.






Sessizliğin Sesleri Gazetesi