ERMENİLER ANADOLU'DAN KENDİ İSTEKLERİYLE GİTTİLER

Bu ülkede Birinci Dünya Savaşı döneminde Ermeni Diasporası'nın iddia ettiği gibi ve bizim yarı aydınların da sandığı gibi, 2.5 milyon değil, 1.4 milyon civarında bir Ermeni nüfus vardı. Bu nüfusun yaklaşık 1 milyonu, 1917 yılında Rusya'da meydana gelen Bolşevik Devrimi'yle birlikte Türkiye'den çekilen Rus Ordusu'nun himayesinde ve onların güvencesi altında Rusya'nın egemenliğindeki topraklara göç ettiler. Bunu biz değil, bilimsel başarısı ve objektivitesi Amerikan bilim çevrelerince de onaylanan ve bunun için de ABD'nin en prestijli üniversitelerinde öğretim üyeliği ve yöneticilik de yapan, Türk tarihçiliğinin yüz akı isimlerinden birisi olan Prof. Dr. Kemal Karpat söylüyor. Hem de 1915 olaylarının yaşandığı dönemde Ermenilerin hamisi kesilen İngiliz arşivlerinde bulunan belgelerden hareketle söylüyor bunları Kemal Karpat.

İstanbul'daki İngiliz Sefareti'nin, Ermeni nüfusu konusunda Anadolu'nun muhtelif kentlerindeki kendi konsolosluklarından aldıkları bilgilere istinaden ulaştıkları sonuç (1.4 milyon) ile Ermeni Patrikliğinin verdiği rakamlar arasında bir milyondan fazla fark bulunduğunu görmeleri üzerine, durumu Patrikliğe sorduklarında; Patrikliğin, göndermiş olduğu bir mektupta "Bazı yerlerdeki Ermeni nüfusunu iki kez saydıkları, mesela -Sivas vilayetinde saydığımız Ermenileri, bir de Erzurum vilayetinde saydığımız Ermeniler arasına soktuk. Üstelik biz göçebe Müslümanları da saymadık, yalnız yerleşik halkı saydık-" şeklinde cevap verdiğini söylüyor Kemal Karpat(1).

Sadece Kemal Karpat da değil, bu konuda böyle bir kanaati olan. Bazı namuslu batılı bilim adamları da söylüyor benzer şeyleri. Onlardan birisi olduğu konusunda asla şüphe bulunmayan Amerikalı Tarihçi Prof. Dr. Justin McCarthy, Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) tarafından 29 Mayıs 2014 günü Edirne’de düzenlenen 3’üncü Dünya Türk Forumu'nun "Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne Türk-Ermeni İlişkilerine Tarihsel Bakış" konulu oturumunda yapmış olduğu konuşmada "I. Dünya Savaşı'nda 1,5 milyon Ermeni'nin öldüğü iddiasının tamamen yanlış olduğunu" beyanla şunları söylemiştir:
“...1,5 milyon Ermeni'nin ölmesi mümkün değildir. Bu sayı toplam Ermeni nüfusundan bile daha fazladır. Böyle olması durumunda (1.5 milyon Ermeni'nin öldüğünü kabul etmemiz halinde), her bir Ermeni'nin iki kere ölmüş olması gerekirdi. 1912 ile 1921 yılları arasında yaklaşık 3 milyon Müslüman ve tahminen 100 bin Ermeni ölmüştür. Osmanlı'da, Ermenilere karşı suç işledikleri için bir vali idam edildi, birisi ise idam edilmek üzereyken intihar ettiği. Bu nedenle (Tehcir sırasındaki tutumları gerekçesiyle) 2 bin kişi yargılandı. Ama burada kaç tane Ermeni veya Rus, işledikleri suçlardan dolayı mahkemeye çıktı veya ceza gördü. Osmanlılar, görmüşken, ya da Müslümanlara kıymış olan kaç tane Ermeni ve Rus bunu böyle gördü. Bir tanesi bile mahkemeye çıkartılıp cezalandırılmadı. Kaç tane Ermeni'nin öldüğü tabi ki yanıltıcı. Tabii ki birçok Türk de öldü. Açlıktan, susuzluktan ya da hastalıktan öldü. Bütün ölenlerin Türkler tarafından öldürüldüğü söyleniyor ama hastalıklar, enfeksiyonlar ortaya çıktı. Bu hastalık ayırım yapmaksızın herkesi öldürebilir..."(2)

Yani Justin McCarthy, demek istiyor ki; Ermenilere karşı "Zorunlu İskân" politikasının uygulandığı yıllarda, Anadolu'daki toplam Ermeni nüfusu ancak 1.5 milyon civarında idi. Birinci Dünya Savaşı'nın devam ettiği yıllarda bu nüfusun en az yarısı ülkeyi kendi istekleriyle terk etmiştir. 1912-1921 yılları arasında ise 3 milyon Müslüman'a karşılık sadece 100 bin Ermeni ölmüştür ki; bu rakam, tehcir sırasında ölenlerin yanı sıra savaş (çatışmalar) ve salgın hastalıklarda ölenleri de kapsamaktadır(3).

J. McCarthy, "Ölüm ve Sürgün" isimli kitabında ise, "İstatistikler, 19. ve 20. yüzyıl boyunca Müslüman nüfusun dörtte birinin yok olduğunu gösteriyor" dedikten sonra "1821-1922 arasında, 5 milyondan fazla Müslüman topraklarından sürülmüştü. Beş buçuk milyon Müslüman da ölmüştü, bir kısmı savaşlar sırasında katledilmiş, geriye kalanı da mülteci olup açlık ve hastalıktan kırılmıştı" demektedir(4). McCarth, bu genel ifadelerine ek olarak 1821-1922 yılları arasındaki bir asırlık süre için, yıllara göre ve ülke ülke belirtmek suretiyle Müslümanların toplam ölü sayısını 5.060.000, mülteci (sürgün) sayısını ise 5.381.000 olarak vermektedir kitabında(5).

Prof. Dr. J. Mc. Carthy, Prof. Dr. Kemal Karpat'ın "Bir milyon Ermeni, Bolşevik devrimiyle birlikte Anadolu'dan çekilen Rus Ordusu'nun himayesinde Rusya tarafına geçmiştir" şeklindeki tespitine şu sözleriyle destek vermektedir:
"Savaş sırasında ve hemen sonrasında Osmanlı'dan Rus tarafına giden Ermeni göçünün çoğu, onların yerli Türkler veya Osmanlı hükümetinden korktuğundan değil de Kürtlerden korkmalarından kaynaklanıyordu. Birçok Ermeni, savaş sırasında istilacı Rusları desteklemişti. Ruslar ayrılırken de birçok Ermeni, onlarla birlikte ayrılmalarının gerektiğini hissettiler. Savaş sonrasında Rus askerlerinin peşi sıra, sırf Eleşkirt vadisinden 2-3 bin Ermeni ailesinin Rus topraklarına göçtüğü rapor edilmişti. Daha birçokları da Doğu'daki başka yerlerden ayrılıp gittiler. Belki 25.000 Ermeni, Osmanlı sınırının ötesine geçti..."

"1890'lara gelindiğinde, Osmanlı hükümeti, her ne kadar Ermenileri Rusya'ya göç etmekten caydırmaya çalıştıysa da, nüfusunun yüksek oranını bu yoldan kaybetmeye devam ediyordu. Aslında bunlar sayıca, Rusya'dan Osmanlı İmparatorluğu'na göç eden Müslümanlarla dengeleniyor gibiydi. Ruslar ise göçü teşvik ettiler...Osmanlılar, (1915 yılının) Temmuz sonunda (Van ve çevresine) güçlü birlikler sevk edip, Ruslar ile Ermeni güçlerini Van ve çevresinden sürüp çıkardılar. Rus kuvvetleri, 4 Ağustos'ta Van'ı terk edip kuzeye doğru geri çekildiğinde, işgal ettikleri yerlerin tüm Ermeni halkı da onların peşi sıra gitti."(6).

J.McCarthy'nin, özellikle Van'daki durumu yerinde tespit eden ve kitabını Van yöresindeki Ermenilere ayırdığını söylediği Clarence Ussher isimli Amerikalı doktorun, ilk olarak 1917 yılında Boston'da yayınlanan "Türkiye'de Bir Amerikalı Hekim" isimli kitabına atıf yaparak Van ve çevresi için söylediği "Rus kuvvetleri, 4 Ağustos'ta Van'ı terk edip kuzeye doğru geri çekildiğinde, işgal ettikleri yerlerin tüm Ermeni halkı da onların peşi sıra gitti." şeklindeki sözleri gerçekten de önemlidir. Peki, bu şekilde Rusya tarafına geçen Ermenilerin sayısı ne kadardı? Bu sorunun cevabı, galiba "Sözde Ermeni Soykırımı" yaygaraları yapan aşağılık adamlara ve "Ermeniler buharlaşmadılar ya!" diyerek bir takım imalı laflar etmek suretiyle öküz altında buzağı arayanlara iyi bir cevap teşkil edecektir.

Enver Paşa'nın, 1914 yılının sonu ile 1915 yılının başında gerçekleştirdiği Sarıkamış Harekatı'nın başarısız olmasıyla, Ruslar'ın derhal güneye sarkarak Van, Bitlis ve Muş'u işgal ettikleri biliniyor. Demek oluyor ki; daha doğrusu J.Mc.Carthy'e göre de, Osmanlı Ordusu'nun 1915 yılının Temmuz sonunda gerçekleştirdiği karşı taarruzla, bu bölge Ruslar'dan ve onların himayesindeki Ermeni çetecilerinden temizleniyor. Bunun üzerine de (ve elbette yine Mc Carthy'ye göre), bölgedeki Ermenilerin tamamı Rus ordusunun peşine takılarak Rusya tarafına geçiyorlar. Bölgedeki diğer iller bir tarafa, 1914 yılı itibarıyla sadece Van ve Bitlis illerinde (istatistiklerde Muş ismi geçmemektedir) yaşayan Ermeni sayısı, Osmanlı nüfus kayıtlarına göre; 182.496, Ermeni Patrikhanesi kayıtlarına göre(1913 yılı için); 329.301, ABD Dışişleri Bakanlığı verilerine göre; 375.000 ve Justin McCarthy'ye göre de; 321.656'dır(7).

J.McCarthy'nin, "Rus kuvvetleri, 4 Ağustos'ta Van'ı terk edip kuzeye doğru geri çekildiğinde, işgal ettikleri yerlerin tüm Ermeni halkı da onların peşi sıra gitti." şeklindeki yargısını doğru kabul ettiğimizde, karşımıza çıkan netice şudur: 1915 yılında Türk Ordusu'nun karşı taarruzu ile Van, Bitlis ve Muş yöreleri Rus işgalinden kurtarıldığında bu yörede oturmakta olan en az 300.000 Ermeni, kendi iradeleriyle bölgeyi terk etmişlerdir! Sadece 1915 yılında olmak üzere; Van, Bitlis ve Muş'taki durumu gören bölgenin diğer illerinde oturan Ermenilerin de bu göçe iştirak etmesiyle sayının çok daha yüksek olduğunu tahmin etmek hiç de zor değildir. İşin içine Rusların teşviki ve bölgeden giden Ermenilerin yaymış oldukları korku propagandası da eklenince, kendi iradeleriyle ülkeyi terk eden Ermenilerin sayısını varın siz düşünün! Bu durum, elbette daha sondaki yıllarda Van, Bitlis ve Muş dışında olmak kaydıyla, daha kuzeydeki illerimiz için de pek ala geçerli bir durumdur.

Bizi bu şekilde düşünmeye iten, yine J.Mc.Carthy'nin vermiş olduğu şu bilgilerdir: "Savaş öncesinde, Kars kenti ve ili Rusların elindeydi. 1917 Rus ihtilalinden sonra, Kars ilinin Ermeni halkının çoğunluğu, Osmanlı kuvvetlerinin önü sıra kaçıp Güney Kafkasya'ya göçmüşlerdi..."(8). McCarthy'nin 1897 yılında olmak üzere Kars için vermiş olduğu Ermeni sayısı ise 72.967'dir(9).

Bu da Prof. Dr. Kemal Karpat'ın bu şekilde ülkeyi terk eden Ermeniler için yuvarlak olarak vermiş olduğu 1.000.000 (bir milyon) rakamının üç aşağı, beş yukarı doğru olduğunu göstermektedir.

Üstelik Justin McCarthy, aynı durumun Kilikya için de geçerli olduğunu söylüyor ve şöyle diyor kitabında: "Türklerle Fransızlar arasındaki çatışmalar ile Ermeni ve Türk çetelerinin katliamları, 1921 Aralık ayında Fransızların, 30.000 Ermeni'yi de beraberlerinde alarak Kilikya'dan tamamen çekilmesine kadar sürdü. Daha birçok Ermeni halk, neredeyse Kilikya'dakilerin tamamı, yöreyi onların arkasından hemen terk ettiler."(10).

Yine yukarıda ismi geçen kaynakların vermiş oldukları bilgiye göre; 1914 yıllarında Kilikya bölgesinde (Adana, Mersin, Osmaniye ve Hatay) yaşayan Ermenilerin sayısı şöyledir: Osmanlı nüfus kayıtlarına göre; 50.480, Ermeni Patrikhanesi kayıtlarına göre (1913 yılı için); 119.414, ABD Dışişleri Bakanlığı verilerine göre; 45.000 ve Justin Mc. Carthy'ye göre de; 74.930'dur(11).

1915 yılında çıkarılan bir kanun hükmünde kararname ile Ermenileri, memleketin bir köşesinden diğer bir köşesine göç ettiren hükümet, sadece 2,5-3 yıl sonra olmak üzere; 1918'in sonlarında çıkarılan "Geri Dönüş Kararnamesi" ile tehcire tabi tutulan Ermenilerin eski yerleşim yerlerine dönmelerine izin verildiğine göre; eski yerleşim yerlerine dönmeyen Ermeniler, kendi istekleriyle Anadolu'yu terk etmişlerdir demek, yanlış olmasa gerekir.

Üstelik Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu sınırları dışında kalanlar, Hükümetin kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarılmış da değillerdir. Onlar, zorunlu göçe tabi tutulan vatan topraklarının, İtilaf devletlerinin dayattıkları sınır değişiklikleri ile birlikte sınırlarımızın dışında kalmasıyla Türk vatandaşlığını yitirmiş insanlardır. Tıpkı, Suriye’de ve Irak’ta bulunan Türk ve Türkmenler gibi, tıpkı daha önce Osmanlı’dan zorla koparılan Balkan ülkelerinde kalan Evlad-ı Fatihan gibi…





Ömer Sağlam

1-http://www.milliyet.com.tr/Guncel/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=1101392&Date=01.06.2009&b=BirmilyonErmeni1917dekuzeyegocetti&KategoriID=24,
2- http://www.zaman.com.tr/gundem_amerikali-tarihci-15-milyon-ermeni-oldu-iddiasi-tamamen-yanlis_2220870.html &
http://haber.stargazete.com/guncel/prof-mccarthyden-soykirim-iddialarina-tokat-gibi-yanit/haber-889066.
Mc Carthy'nin gazeteciler tarafından naklen aktarılan bazı sözleri, tarafımızca konuşma tekniği ile verilmiştir. Metin içindeki parantezler tarafımızca konulmuştur. ö.s.
3-Prof. Dr. Justin Mc Carthy, Edirne'de yapmış olduğu konuşmadan yaklaşık bir ay önce olmak üzere; 16 Nisan 2014 günü AA muhabiri Tuğba Özgür Durmaz'a vermiş olduğu mülakatta "Konuyla ilk kez yıllar önce, Anadolu'nun nüfusu, nüfusun 1. Dünya Savaşı'ndan önceki durumu ve savaştan sonra ne kadar kaldığı üzerine araştırma yaparken karşılaştığını belirterek, aslında hiç planlamamasına rağmen tarihi gerçeklere karşı koyamadığı için soykırım konusuna da eğildiğini" söyledikten sonra devamla şunları söylemiştir:
"Neticede ne kadar çok Türk'ün öldüğünü anladım. Bu kadar Türk nasıl öldü çünkü savaşta değillerdi. 2,5-3 milyon Müslüman savaşta ölmüştü, ben de bu konuyu çalışmalıyım diye düşündüm. Ermeniler üzerinde çalışmamın da aslında belirgin bir nedeni yok, aslında ilk çalıştığım Müslümanlardı ama daha sonra fark ettim ki bu kadar insan öldüğüne göre onları birileri öldürmüş olmalı diye düşündüm. Böylece Ermenilerin, Yunanların ve Yahudilerin üzerine de çalışmaya başladım. Ama aslında bu konuyu ben seçmedim, konu beni seçti. Hiçbir zaman Ermeniler üzerine yazmayı planlamamıştım ama oldu." Mc Charthy, Ermenilerin olayların üzerinden bu kadar yıl geçmesine rağmen neden hala bu iddiaları sürdürdüklerine ilişkin olaark da şunları söylemiş: "Bunun nedeni çok basit. Çocuklara nefret etmeyi öğretirseniz, onlar nefretle büyür ve nefret ne olursa olsun büyümeye devam eder. Diğer bir diğer sebep de yurt dışındaki Ermeni milliyetçi gruplar bundan fayda sağlayacaklarına, para alacaklarına, Kars, Erzurum, Bitlis, Van'da toprak kazanacaklarına inanıyorlar. Bunlar yanlış ama yine de inanıyorlar" (bkz. http://www.aa.com.tr/tr/dunya/314414--turkler-gercek-hikayeyi-anlatmaya-basladi)
4-Justin Mc Carth, Ölüm ve Sürgün/Osmanlı Müslümanlarının Etnik Kıyımı(1821-1922), Giriş ve s,1, Çev. Fatma Sarıkaya, TTK Yayını, Ankara-2012.
5- J.Mc Carthy, age, s, 359. Mc.Carthy'nin Müslüman Nüfus kaybı konusunda 1912-1922 yıllarında olmak üzere; sadece Van, Bitlis, Erzurum, Diyarbakır, Elazığ, Sivas, Halep, Adana ve Trabzon için vermiş olduğu rakam ise yaklaşık 1.200.000'dir (1.189.132). bkz. Age, s, 265. Metin içindeki parantez tarafımızca konulmuştur.ö.s.
6- Age, s, 120-121, 133,192. Parantezler, yine Mc Carthy'nin kitabından istifade ile tarafımızca konulmuştur.ö.s.
7- Yusuf Halaçoğlu ve arkadaşları, Ermeniler: Sürgün ve Göç, s, 15-16, 22, 31-33, 44, 4.Baskı, TTK Yayını, Ankara-2010.
8- J.Mc Carthy, age, s, 239.
9- Age, s, 240.
10-Age, 233.
11- Yusuf Halaçoğlu ve arkadaşları, age, s, 15-16, 22, 31-33, 44, 4.Baskı, TTK Yayını, Ankara-2010.

TARİH BOYUNCA SÜRÜLMÜŞ MİLLET: ERMENİLER




Ermeniler'in maruz kaldığı "Zorunlu İskân" veya "Sürgün", sadece 1915 yılında Osmanlı döneminde maruz kaldıklarıyla sınırlı değildir. Bu insanlar, tıpkı Yahudiler gibi, tarih boyunca farklı devletler tarafından da zorunlu göçe ve zorunlu iskana tabi tutulmuş bir ulustur. Kim bilir bu durum, belki de yine tıpkı Yahudilerin olduğu gibi, Ermenilerin karakterinin de, fitneye, fesada, ikiyüzlülüğe ve sürekli olarak güçten yana tavır koymaya, ayrıca Yahudilerden farklı olarak biraz da kandırılmaya ve gaz vermeye müsait olmasından kaynaklanmaktadır!

Romalıların, M.S. 70 yılında Filistin'de oturan Yahudileri topluca ve etkisi yaklaşık 2000 sene devam edecek boyutta sürgüne gönderdikleri, daha doğrusu sınır dışı ettikleri bilinmektedir. Tıpkı Yahudiler gibi; özellikle Roma İmparatoru II. Basileios döneminde, Ermenilerin önce Doğu Anadolu'dan ve Kafkasya'dan Merkezi Anadolu'ya, oradan da Kilikya bölgesine sürüldüklerine ilişkin bilgi ve belgeler de var elimizde. Çağdaş Ermeni tarihçisi Urfalı Mateus, Romalıların Ermenilere yaptıklarını şöyle anlatır kitabında:
"Ermeni milletinin, Türklerin, öksüzlüğün, yalancı hâmilerin ve korkak Grek Milleti'nin yüzünden çektiği ıstırapları kim birer birer tasvir edebilecektir? Çünkü onlar (Grekler), Ermeni Milleti'nin kumandanlarını kendi ev ve eyaletlerinden çıkarıp götürmüşler ve Ermenistan'ın krallık tahtını devirmekle askerlerin ve kumandanların desteği olan suru kendi elleriyle yıkmışlardı. Kaçmayı kendileri için bir zafer ve kahramanlık addeden bu Grekler, kurdu görür görmez kaçmaya başlayan kötü çobanlara benzediler. Grekler, Ermenistan kalesini tamamıyla yıkmak işinde büyük gayretle çalıştılar ve İranlılar (Türkler) tekrar taarruz ettikleri vakit kazanılan zaferleri kendilerine mal ettiler. Onlar utanmaksızın hadım kumandanlar ve haremağası askerlerle Ermenistan'ı müdafaa etmeye kalkıştılar. Halbuki Müslüman İranlılar (Türkler), bütün Şarkın sahipsiz kaldığını görünce kuvvetli ordularla beraber bir sene içinde İstanbul'un kapılarına kadar ilerlediler. Ermenistan, Greklerin elinden alındıktan sonra Ermeniler Romalıların bütün fenalıklarından kurtulmuş oldular..."(1)

Bizanslılar, Doğu Anadolu'da ve Kafkasya'da fethettikleri topraklarda yaşayan bu insanlardan bir kısmını, Trabzon'a, diğer önemli bir kısmını da önce İç Anadolu'ya, oradan da Kilikya'ya sürmüşlerdir. Ermenilerin başta Kapadokya olmak üzere, İç Anadolu ve Çukurova'daki varlıkları işte bu zorunlu göçlere dayanmaktadır. Vaktiyle Saimbeyli Müftüsü'nün, Saimbeyli'de, "Bu aslında bir Ermenidir, ataları tehcirden kurtulmak için din ve isim değiştirmişler. Bu adam da onların torunlarındandır"şeklinde tanıtmış olduğu Türk vatandaşı da, muhtemelen Bizans sürgünüyle bölgeye gelen Ermenilerin torunlarındandı.

2009 yılında medyaya yansıyan ve İstanbul'da iş adamı olarak faaliyette bulunurken, intihar ettiği söylenen Sevan İnce isimli Ermeni Kökenli Türk vatandaşının mektubunda söyledikleri de aslında Saimbeyli Müftüsü'nün bize söylediklerini doğrular niteliktedir. Şöyle diyordu mektubunda Sevan Bey:
Hikaye şudur kısaca: Tebanın bir bölümü, emperyalist güçlerin gazına gelip ayrılıkcılık yapmıştır. Buna kızan Osmanlı hükümeti, bölgede tehcir (göç) kararı almıştır. Osmanlı tarafından örgütlü bir biçimde kıyım yapılmamıştır! Hastalık dışındaki ölümler, münferit olaylardır ve sürgünlerin yanlarında götürdükleri altın paraları gasp etmeyi amaçlayan eşkıyalarca yapılmıştır! Ülkenin Batı bölgelerinde yaşayan Ermenilerin kılına dokunulmadığına göre, buna soykırım denemez! Ayrıca söz konusu 1.5 milyon Ermeni sayısı, ölü değil, kayıp sayısını ifade eder. Biz Türk Ermenileri iyi biliriz. Anadolu bu olaylar sırasında ve sonrasında Müslüman olmuş Ermenilerle doludur. Daha sonra, serbest olmasına rağmen, Müslümanlığı bırakıp kendi dinlerine dönmemişlerdir. Ve geçmişlerini gizledikleri için kayıp hanesine yazılmışlardır. Konuşmak gerekirse biz konuşur olayların uzun öyküsünü anlatırız!"(2).

Bu demektir ki; 1915 yılında, sanat, zanaat, ticaret gibi ekonomik işlerle meşgul olanların yanı sıra din olarak İslamiyet'i kabul edenler de "Zorunlu İskân"uygulamasından muaf tutulmuşlar, eskiden beri yaşadıkları bölgelerde yaşamaya devam etmişlerdir. Bu din değiştirmeyi, sadece 1915 ile sınırlandırarak, "Ermeniler, sürgün edilmekten korktukları için Müslüman oldular" demek de en azından bazı Ermeniler için doğru olmayacaktır. Ermeniler, 1915'ten çok önceleri Müslümanlığı kabul etmeye zaten başlamışlardı ve zaten 1915'ten sonra Müslüman olan Ermeni sayısı pek azdır. Bu noktada Anayasa Mahkemesi'nce kapatılan Refah Partisi (RP) Erzurum Milletvekilliği de yapan ve Şeyh Sait'in torunlarından olan Abdülilah Fırat'ın sözleri oldukça kayda değerdir. 26.10.2006 tarihli Zaman gazetesinde Ahmet Dinç isimli gazeteciye vermiş olduğu röportajda şunları söylemiştir Abdülilah Fırat:
Dedelerim zamanında binlerce Ermeni Müslüman olup Kürtleşti. Bölge halkı bu insanlarla kirvelik yaptı. Sadece dedemin babası Şeyh Mahmud Feyzi zamanında 500'ün üzerinde Ermeni köyü toptan Müslüman oldu. Bu kişiler 1915'teki olaylar sırasında ortada durdular (tarafsız kaldılar). Ne Ermeni'den ne de bizden yana oldular. Olayları önlemek için çok uğraştılar. Ancak PKK olayı çıktıktan sonra bu köylerin çoğu PKK'dan yana oldu ve bize tavır aldı... Seçim çalışmalarım sırasında, PKK hadisesinin de tesiriyle, Hınıs'ın dedemin babası zamanında Müslüman olmuş bir köyüne beni sokmak istemediler. Fakat oradan biri, 'Bu kişi, bizi irşat edip İslam'la şereflendiren Şeyh Mahmud Feyzi'nin torunudur.’ deyince girdik ve iyi karşılandık. Hınıs'ta çok vardır böyle köyler, başka yerlerde de çok var. Yani bu PKK gelince bize karşı dahi bu yerlerde tavır oluştu. 1915 olayları sırasında, sonradan Müslüman olan bu Fille köyleri ne Ermeni'den, ne de bizden yana oldu. Ortada durdular ve olayları önlemek için çok uğraştılar, en çok üzülenler de onlar oldu. Kürtler bunlarla kirve olmuştur. Şu anda biz onları kendimizden ayrı görmüyoruz. Ama PKK olayı çıktıktan sonra bu köylerin çoğu PKK'dan yana oldu ve bize tavır aldılar..."(3)

Aslına bakılırsa; Abdulilah Fırat'ın Ermenilerle PKK Terör Örgütü arasındaki ilişki konusunda söyledikleriyle, Ermeniler hakkındaki araştırmalarıyla da tanınan Tarih Profesörü Yusuf Halaçoğlu'nun söyledikleri arasında öz olarak hiçbir fark yoktur. Halaçoğlu da "PKK Terör Örgütü'nün %80 oranında Ermeni kökenli militanlardan oluştuğunu" söylemişti 2010 yılında.(4)

Ayrıca Abdulilah Fırat'ın aynı mülakatta; "...Olayları Ermeniler başlatmışlardır. Ermeniler huzursuzluk çıkarıp sağa sola saldırınca Kürtler de buna karşılık Hamidiye alayları içinde silahlandı. Katliamı ve silahlanmayı her yerde Ermeniler başlattı. Avrupalılar Fedai-yi Fillan'ı (Ermeni Fedaileri) silahlandırınca, Osmanlı da Kürtleri silahlandırdı. Hamidiye alayları, Müslümanları Ermeni saldırılarına karşı korumak için kuruldu... Ermenilerle Kürtler arasında oluşan kin ve nefreti Ermenileri silahlandıranlarla 'soykırım yapıldı' diyenler aynıdır. Ermenilerin Kürtlere karşı bir hıncı vardır..."(5) şeklinde dile getirdiği ifadeler, öteden beri dillendirilen "Zorunlu göç sırasında, göç güzergahı boyunca zaman zaman yaşanan aşiret ve çete saldırıları sebebiyle Ermenilerden ölenler olmuştur" şeklindeki kanaati de doğrulayan ifadelerdir aslında.

Elbette Sevan İnce'nin yukarıda bahsi geçen mektubunda dile getirdiği;"Osmanlı tarafından örgütlü bir biçimde kıyım yapılmamıştır! Hastalık dışındaki ölümler, münferit olaylardır ve sürgünlerin yanlarında götürdükleri altın paraları gasp etmeyi amaçlayan eşkıyalarca yapılmıştır.Ülkenin Batı bölgelerinde yaşayan Ermenilerin kılına dokunulmadığına göre, buna soykırım denemez!"(6) şeklindeki kanaati de doğruluyor ve bir anlamda itiraf ediyor Şeyh Sait'in Torunu Abdülilah Fırat! Tıpkı Ahmet Türk gibi.

Ne diyordu geçenlerde Almanya'da yapmış olduğu konuşmada BDP'li Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı da olan tecrübeli Kürt Politikacı Ahmet Türk:
Bizi bugünlere getiren kahraman şehitlerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anıyoruz. Halkımızın özgür olması coğrafyamızdaki Ermeni’nin, Süryani’nin, Ezidi’nin ve herkesin özgür olması anlamına geliyor.Türkiye’nin demokrasi güçleri ile yeni bir yaşamın nüvelerini atıyoruz. Bütün çalışmalarımızın temelinde halkların kardeşliği esprisi vardır. Atalarımızın Ermeni ve Süryani halkına yaptıklarından dolayı utanç duyuyoruz. Ermeniler ve Süryaniler ne zaman bu kadim toprakları terk ettiyse o zaman yoklukla ve fakirlikle tanıştık. Onlar ülkemizin zenginliğiydiler...”(7)

Ahmet Türk'ün, "Kahraman Şehitlerimiz" den kastının, Kahraman Türk Şehitleri olmayıp, PKK'lı militanlar olduklarında ise asla şüphe yoktur. Yoksa hangi dağda kurt öldü de PKK'nın siperinde siyaset yapan Ahmet Türk gibi bir adam, çoğu, dağlardan, uçurumlardan düşerek veya mayına basıp parçalanarak hayatlarını kaybeden Mehmetçiklerimize "Kahraman Şehitlerimiz" demiş olsun!




Ömer Sağlam

1-Prof. Dr. Mehmet Ersan, Selçuklular Zamanında Anadolu'da Ermeniler, s,19, TTK Yayını, Ankara-2007.
2- http://www.haber7.com/guncel/haber/443797-ermeni-vatandasin-intihar-ederken-yazdigi-son-mektup,
3- http://www.zaman.com.tr/gundem_seyh-saitin-torunu-dedelerim-zamaninda-binlerce-ermeni-musluman-olup-kurtlesti_443188.html. 
4- http://www.takvim.com.tr/guncel/2010/03/31/pkknin_yuzde_80i_ermeni,
5- http://www.zaman.com.tr/gundem_seyh-saitin-torunu-dedelerim-zamaninda-binlerce-ermeni-musluman-olup-kurtlesti_443188.html. 
6- http://www.haber7.com/guncel/haber/443797-ermeni-vatandasin-intihar-ederken-yazdigi-son-mektup,
7- http://www.taraf.com.tr/politika/ahmet-turk-baraji-asamazsak-gerisini-onlar-dusunsun/

ERMENİ SÜRGÜNÜ VE BİZİM KALAYCI GARABET EFENDİ


Benim çocukluğum 1960'lı yıllarda köyde geçmiştir. Beş çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu olarak, çocukluğumdan hatırımda kalanlar; yolu izi olmayan bir köyde geçen son derece zor hayat şartlarıdır. Fakirlik ve yokluk diz boyu, kışın kızağa binmek, yazları çelik çomak oynamak dışında eğlence namına hiçbir şey yok. Bütün bunlara karşın, köy şartlarında oldukça bilgili bir babaya sahip olmak, galiba bizim için en büyük avantajdı. Babam, 2.dünya Savaşı yıllarında askerlik yapmış ve bu sırada okuma-yazmayı öğrenmiş birisiydi. Uzun kış gecelerinde hem az çok okuduklarından hatırında kalanları, hem de kendi çocukluğunda yaşadıklarını ve şahit olduklarını anlatırdı bize.

Babamın Cumhuriyetin ilk yıllarında geçen çocukluğuna dair anlattıklarından birisi de bir Kalaycı'ya dair anlattıklarıydı. Dediğine göre; çocukluğunda Çankırı il merkezinden gelen ve köylülerin "Gâvur" olarak bildikleri bir Ermeni kalaycının, köylülerin bakır kaplarını kalayladığıydı. Babamın anlattıklarından bugün için benim anladığım; Çankırı'da kalaycılık yapan Ermeni vatandaşımız (yanlış hatırlamıyorsam babam bu kişinin adının Garabet veya Krikor olduğunu söylerdi)1, yolu izi olmayan Çankırı kırsalında, hayvanlarına yüklediği körük, kömür, kalay vs. alet ve edevatıyla köy köy dolaşıyor, köylülerin bakır türü kaplarını kalaylıyor ve herhalde köy odasında yatıp kalkarak, köylüler tarafından ağırlanıyordu. Zaman ise Cumhuriyet'in ilk yılları olan 1920'li yıllar.

Çok basit bir konu olarak görülen bu nokta, aslında oldukça önemli bir noktadır. En başta bu küçük anekdot, bize Cumhuriyetin ilk yıllarında Anadolu'nun merkezi olan Çankırı'da bile az da olsa bir Ermeni nüfusun yaşadığını ve bu insanların, herhangi bir öldürülme korkusu yaşamaksızın, zanaatlarını ve diğer uğraş alanlarındaki faaliyetlerini devam ettirdiklerini düşündürtmektedir.

Kaynaklarda; Birinci Dünya Savaşı döneminde, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komiteleri'nin kapatıldığına, isyancılara yardım ettikleri tespit edilen 235 Ermeni'nin İstanbul’da tutuklanarak trenle, Ankara, Ayaş ve Çankırı istikametine yollandığına, ayrıca bunlardan bazılarının hapishanelere, çoğunluğunun da polis nezaretinde evlere dağıtıldığına ilişkin bilgiler bulunmaktadır. Yine aynı kaynaklarda; bu 235 kişiden, yabancı uyruklu 31'inin suçsuz bulunarak serbest bırakıldığı, suçları sabit olanlardan 25’inin Ayaş’a ve 57’sinin de Zor’a nakledildiğine, Zor’a nakledilenlerden iki Ermeni'nin yolda öldürüldüğüne, bu işin faili olarak yakalanan Osmanlı yurttaşı Çerkez Ahmet’le yandaşı Halil'in, suçlu bulunarak Şam’da idam edildiklerine, ayrıca geri kalan Ermeniler'in Çankırı’da üç-beş kişilik gruplar halinde evlere yerleştirildiğine, bunlardan parası olmayanlara devlet yardımı yapıldığına ve bunların gün sonunda karakola gidip kaçmadıklarını kanıtlamalarının istendiğine dair bilgiler bulunmaktadır.2 Anlaşılan bu insanlar, Çankırı'da günümüz Türkiye'sinde uygulanmakta olan "Denetimli Serbestlik" yöntemine benzer bir şekilde adli kontrol işlemine tabi tutulmuşlardır.

Yukarıda, yolda Çerkez Ahmet'le yandaşı Halil tarafından öldürüldüğü söylenen iki kişinin kim oldukları belirtilmemiş. Ancak İttihat ve Terakki üyesi olarak 11 sene boyunca Duyun-u Umûmiye (Genel Borçlar) idaresinde Osmanlı Devleti'ni temsilen vekillik görevini üstlenen ve aynı zamanda İTC'nin yayın organı olarak kabul edilen "Tanin" de başyazarlık yapan Hüseyin Cahit Yalçın, anılarında İstanbul'da tutuklanan Zohrap ve Vartkes isimli iki Ermeni mebusun, Diyarbakır Harp Divanı'nda yargılanmak üzere yola çıkarıldıklarını, ancak yolda öldürüldüklerini, onları öldürenlerin de Dördüncü Kolordu Komutanı Cemal Paşa tarafından yakalatılarak idam edildiklerini söyler.3 Uluç Gürkan ise bu iki kişinin, Ermeni Krikor Zohrab ve Seringulian Vatrkes olduğunu, Sirozlu Çerkez Ahmet ve Dersaadetli Halil isimli iki kişinin bu suçun zanlısı olarak Konya'da tutuklandıktan sonra, Suriye'de Divan-ı Harbi Mahkemesi'nde yargılanıp, Şam'da idam edildiklerini belirtir.4

Bir başka kaynakta ise konu ile ilgili olarak: "24 Nisan gecesi üç Ermeni din görevlisi ile birlikte, Puzantion adlı Ermeni gazetesinin sahibinin de aralarında olduğu toplam 1800 kişi Ankara, Çankırı gibi yerlere sürgün edilmek üzere tutuklanmıştır. Bunların 500'ü Taşnak, 500'ü Hınçak ve kalanlarda Ramgavar partizanlarıdır. Yine İngiliz kaynakları, tutuklanan Ermenilerin 'Müttefik ordularına hizmet eden Ermeni gönüllüler veya Müslüman katliamı sorumluları' olduğunu, İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe'a gönderdikleri yazıda açıkça belirtmektedirler"5 şeklinde bilgi verildikten sonra, Çankırı'ya sürgün edilenler hakkında şöyle bir dipnota yer verilmektedir: "İstanbul'dan Çankırı'ya (Kastamonu) sürgün edilen papaz Garabet H. Keropian'ın maddi olarak desteklenmesine dair konsolos Jackson'ın elçiliğe yazdığı yazı (NARA RG 84.Box9.310/K)"6

Öte yandan, Ermenilere yönelik olarak uygulanan "Zorunlu İskân" politikası çerçevesinde, bazı sosyal, ekonomik ve stratejik sebeplerle önemli bir Ermeni kitlesinin, "Zorunlu İskân"a tabi tutulmayıp, yaşadıkları yerlerde bırakıldıkları ve eski mesleklerini icra etmelerine müsaade edildiği bilinmektedir. Bunlardan bir grup da zanaat ve sanat işleriyle uğraşan esnaflarla, ticari hayatta etkin olan kişilerdir. Yani "Zorunlu İskân" kararını alan dönemin İttihat ve Terakki Hükümeti, ekonomik dengelerin bozulmaması ve ticari hayatın etkilenmemesi için de her türlü tedbiri düşünmüşe benziyor. Anlaşılan, 1920'li yıllarda bizim Çankırı köylerinde seyyar kalaycılık yapan Ermeni Garabet (ya da Krikor) Efendi de bu kapsamda yerinde bırakılan ve mesleğini icraya devam eden bir Ermeni vatandaşımızdı. Aksi takdirde, İstanbul'da tutuklanarak Çankırı'ya sürülenlerin, her gün karakola giderek imza vermeleri zorunlu olduğundan, bizim kalaycı Garabet (ya da Krikor)Efendi'nin köylerde günlerce dolaşarak kalaycılık yapması herhalde mümkün olmazdı.

Peki, bu durum ne anlama gelmektedir? Bu durum her şeyden önce, Ermenilere yönelik olarak uygulanan "Zorunlu Göç ve İskân" uygulamasının hemen sonrasında bile sıradan insanlar bazında olmak üzere; Türklerle Ermeniler arasında herhangi bir düşmanlık hissinin bulunmadığını ve iddia edildiği gibi bu topraklarda Ermenilere karşı herhangi soykırım veya toplu katliam yapılmadığını göstermektedir. Eğer böyle bir şey yaşanmış olsaydı, iki toplumun böyle kısa bir sürede tekrar birbirleriyle kaynaşması ve bizim Kalaycı Garabet (ya da Krikor) Efendi'nin, Çankırı kırsalında, öyle elini, kolunu sallayarak mesleğini icra etmesi herhalde mümkün olmazdı. En azından cahil bir köylü tarafından bir derede veya bir dağ başında öldürülür, cesedi bir uçuruma atılırdı! Ya da Kalaycı Garabet (veya Krikor) Efendi, pılısını pırtısı toplar, kendisi açısından çok daha güvenli gördüğü bir bölgeye göç ederdi. Ancak hayır; o, eskiden beri oturduğu şehirde oturmaya ve mesleğini icra etmeye devam etmiştir.

Saimbeyli'de Bir Ermeni ve Türk'ün Türk'ü Sürmesi
1990'ların başıydı. Diyanet (TDV) Müfettişi olarak teftiş amacıyla Adana ve ilçelerine gitmiştim. Saimbeyli İlçesi'nde İlçe Müftüsü ile yürürken, Müftü Efendi karşıdan gelmekte olan oldukça iri yarı, hafif esmer (bakır renkli), şişman ve fötr şapkalı bir adamı göstererek şunları söyledi: "Müfettiş Bey, şu karşıdan gelen adam, aslında Ermeni'dir! Ataları tehcirden kurtulmak için Müslüman olmuşlar. Bunların bir kısmı, belki de dinlerini gizleyen ve gerçekte Hıristiyan olan insanlardır. Bu bölgede, böyle çok insan vardır..."

Müftü Efendi, doğrusu oldukça ilginç şeyler söylüyordu. Üstelik sözleri doğru da olabilirdi. Çünkü Saimbeyli'nin de içinde bulunduğu bölge, eskiden Ermenilerle meskûn olan ve Kilikya adı verilen bir yerdi. Roma döneminde Tarsus başkent olacak şekilde "Kilikya Eyaleti" olarak Roma İmparatorluğu'na bağlı bir eyalet merkezi iken, Ermeniler, 1199-1375 yılları arasında bu bölgede "Kilikya Ermeni Krallığı" adında bir krallık bile kurmuşlardır.

Peki, Ermeniler bu bölgeye nereden ve nasıl gelmişlerdir? Bu sorunun cevabı aslında çok önemlidir. Çünkü bu soruya verilecek cevap, 1915 yılında Osmanlı Devleti tarafından Ermenilere karşı uygulanan "Zorunlu İskân" politikasına da bir anlamda meşruiyet kazandırmaktadır. Gerçi böyle bir tarihsel bilgiye ihtiyaç olmadan bile bahse konu "Zorunlu İskân" politikası meşrudur. Çünkü Selçuklu ve Osmanlı Yönetimleri, aynı şeyi devletlerinin nüvesini teşkil eden Türklere yönelik olarak da yapmışlardır. Çünkü bu, yeni fethedilen topraklara Türk nüfus aktarılması, Türk devlet geleneğinde olan bir durumdur. Bu, coğrafyanın vatan yapılmasına dönük bir devlet siyasetidir aslında. Bilindiği gibi, Osmanlıların önce Balkanlar'da, arkasından da Doğu ve Orta Avrupa diyebileceğimiz yerlerde fethettikleri topraklarda yaptığı ilk iş, buralara Anadolu'dan nüfus aktarmak olmuştur. Bu, hem bir tür iskan politikası, hem de fethedilen toprakların vatan yapılması için uygulanan bir devlet siyaseti idi. Hatta Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de bu şekilde Balkanlara yerleştirilen, yani zorunlu göçe tabi tutulan Kızıl Oğuz Türkmenlerine mensup bir ailenin çocuğudur.

Osmanlı arşiv kayıtlarından istifade edilerek hazırlandığı anlaşılan bir kitapta bu konuda şöyle denilmektedir: "Mustafa Kemal Atatürk'ün soyunun da bağlı bulunduğu Kızıloğuzlar, zorunlu göçlerle belirli bölgelerde iskâna zorlanmışlardır. Selçuklular zamanında Anadolu'da özellikle Sivas, Tokat, Amasya, Çorum ve Bozok yörelerinde bulunan pek çok Türkmen aşiret ve cemaatleri Konya, Aydın, Balıkesir, Bursa, Denizli ve Çanakkale taraflarına götürülmüşlerdi. Daha sonra bu Türkmen grupları, Osmanlı döneminde Balkanlar'a zorunlu göçe tabi tutulmak suretiyle bölgenin fethi için aktarılmışlardır. Balkanlar'a iskân için gönderilen bu grupların başında Ulu Yörükler gelmektedir"7

Osmanlı Yönetimi, bu politikayı sadece Balkanlarda ve Avrupa'da değil, güney sınırlarında da uygulamıştır. Özellikle Yavuz Sultan Selim döneminde, bazı Oğuz boylarının, bugünkü Suriye hududumuz boyunca sınırın her iki tarafına da yerleştirildiği, daha doğrusu bu Oğuz boylarının, Yavuz Sultan Selim tarafından bahsi geçen bölgelerde zorunlu iskâna tabi tutuldukları bilinmektedir. Bugün Gaziantep İli'ne bağlı birer ilçe merkezi olan Oğuzeli ve Yavuzeli gibi ilçe isimlerinin, Osmanlı'nın bu nüfus ve iskân politikasıyla yakından alakası vardır. Keza, Hatay'ın Yayladağı ilçesinde yaşayan Oğuz Boyları ile Suriye sınırlarında yaşayan Bayır-Bucak Türkmenlerini de yine Osmanlı'nın zorunlu iskân ve zorunlu göç ettirme politikasıyla ancak açıklayabiliriz.

Hatta bu insanların, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde, kutsal hac yolculuğunu güvence altına almak, hac için Mekke'ye gidecek hacıların yol emniyetini sağlamak için bu bölgelere özellikle yerleştirildiğini belirten kaynaklar da bulunmaktadır.8

Bu bakımdan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, Suriye'de yaşayan Türk ve Türkmen soydaşlarına karşı sorumlulukları vardır. "Zorunlu Göç" ve "Zorunlu İskân" şeklinde uygulanan Türk devlet geleneğinin, Osmanlı'dan sonra çeşitli sebeplerle zaman zaman Türkiye Cumhuriyeti tarafından da uygulandığına şahit oluyoruz ki; Doğu'da baş gösteren bazı isyanlar sebebiyle, önemli bir Kürt nüfusun ülkenin iç ve batı bölgelerinde zorunlu iskâna tabi tutuldukları biliniyor. Keza, Doğu Karadeniz bölgesinde (Trabzon ve civarında) yaşayan bir kısım Türk aileler de gerek tarımsal amaçlarla9, gerekse yaşanan tabi afetlere bağlı olarak10 bazı doğu ve güney illerine kaydırılmışlardır. Bu sebeple bugün özellikle Van ve Hatay yörelerimizde kayda değer miktarda bir Karadenizli nüfusun yaşadığı bilinmektedir.

Ancak "Zorunlu İskân" ve gerektiğinde ülke sınırları içinde olmak üzere "Sürgün" politikasını uygulayan tek devlet Türk Devleti ve tek millet de Türkler de değildir. Mesela Bizans İmparatorları, devlet politikası gereği, Doğu Anadolu Bölgesi'ni istilâ ve ilhak ettikten sonra, zaman içinde bölgede yaşayan Ermeni nüfusu büyük ölçüde önce İç Anadolu'ya ve oradan da Çukurova'ya göçe zorlamışlar, nihayet Ermeni nüfusunun yoğunluk kazanarak, bölgede Kilikya Ermeni Baronluğu'nun kurulmasına zemin hazırlamışlardır.11 Doğu Roma İmparatorluğu, diğer adıyla Bizans Devleti, imparator II. Basileios döneminde (960-1025), en geniş sınırlarına ulaşmış ve dolayısıyla en parlak dönemini yaşamıştır. İşte bu Bizans İmparatoru, Doğu Anadolu ve Kafkasya'yı boydan boya imparatorluk sınırlarına kattıktan sonra, bu bölgelerde oturan bir kısım Ermeni'yi yine kendi imparatorluk sınırları içinde olan Khaldia (Trabzon) Theması'na sürmüştür.12 Hatta Aristakes, bölgede yaşananları anlatırken, II. Basileios'un emri üzerine Bizans kuvvetlerinin yaşlı-genç, kadın-erkek, çoluk-çocuk ayrımı yapmadan büyük bir katliam gerçekleştirdiklerini ifade etmektedir.13

Öte yandan hem Bizans, Hem de Osmanlı döneminde Ermenilere karşı uygulanan ve adına ister "Zorunlu İskân", ister "Zorunlu Göç", ister "Sürgün" veya isterse "Tehcir" adı verilsin, bu tür politikalar devletlerin iç işlerini ilgilendirmektedir ve bu tür politikalar devletlerin hükümran oldukları topraklarda uygulanmaktadır. Çoğu insan, "Tehcir" veya "Sürgün" deyince, Ermenilerin sınır dışı edildiklerini zannetmektedir. Oysa hayır, "Zorunlu İskân" veya "Tehcir" denilen olay, ülke sınırları içinde cereyan etmiştir. Bizans, nasıl ki Ermenileri kendi imparatorluk sınırları içinde kalan Trabzon, Kapadokya ve Kilikya'ya sürgün etmiş ise Osmanlı da bu insanları yine Ülke sınırları içinde bir yerden başka bir yere nakletmiştir. Zira 1915 yılı itibarıyla hem Ermenilerin yaşadıkları yerler, hem de göç ettirildikleri yerler( Güneydoğu Anadolu ve Suriye) Türk toprağı statüsünde olan yerlerdir.14

Üstelik, ilerleyen sayfalarda ayrıntılı olarak ele alacağımız gibi; Ermenilerin yerleştirildikleri yerler, öyle zannedildiği gibi, ücra, verimsiz ve iklim şartları zor olan yerler de değildir. Suriye'nin "Bereketli Hilal" olarak bilinen bölge içinde kalan verimli topraklarıdır. Üstelik devlet, bu insanlara tohumluk buğdaydan tutun, çift sürecek öküze varıncaya kadar birçok yardımlar yapmış, yeni evler inşa ettirmiş, onlar için özel hastaneler ve yetimhaneler kurmuş, yerleşim merkezlerinin demiryoluna oldukça yakın mesafelerde olacak yerlerde kurulmasını öngörmüştür...

Öte yandan; Uluslararası hukuka göre; zorunlu göç ve iskân uygulamalarının, hukuka aykırı sayılabilmesi için, bu tür uygulamaların, güvenlik veya askeri zorunluluk gibi saiklar olmaksızın yapıldığının ortaya konulması gerekmektedir. Kıdemli büyükelçilerimizden olmakla, herhalde uluslararası hukuka da vâkıf olan Merhum Gündüz Aktan, Osmanlı Devleti tarafından Ermenilere yönelik olarak uygulanan "Zorunlu Göç Ettirme" yani "Tehcir" konusunda açıklamalarda bulunurken konuya ilişkin uluslararası mevzuatı:

9 Aralık 1948'de kabul edilen ve 12 Ocak 1951'de yürürlüğe giren 'Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme' soykırım suçunu şöyle tanımlar: 'Madde 2. Bu Sözleşmeye göre, soykırım, bir milli, etnik, ırki veya dini grubu, grup olarak, kısmen veya tümüyle, yok etmek kastıyla, aşağıdaki fiillerin işlenmesidir.

a. Grubun mensuplarını katletmek,
b. Grubun mensuplarına ciddi bedensel ve psikolojik zarar vermek,
c. Grubun bedeni varlığının kısmen veya tamamen yok olmasına yol açacak hayat şartlarına kasten tabi tutmak,
d. Grup içinde doğumları önlemek kastıyla önlemler yaratmak,
e. Grubun çocuklarını bir başka gruba zorla nakletmek.'

Şeklinde hatırlattıktan ve "Bugün, Ermeni soykırım tezi artık, sözleşme'nin 2. maddesi (c) fıkrasına dayandırılıyor..." dedikten sonra, şunları aktarıyor yazısında: "Kısaca tehcir, bir grubu, ne grup niteliğiyle ne de başka bir nedenle yok etmek amacıyla değil, Rus işgal ordularıyla işbirliğine girmiş olan; bu çerçevede kılavuzluk ve casusluk yapan; isyanlar çıkaran; birlikleriyle Osmanlı ordusuna saldıran; lojistik ve haberleşme hatlarını kesen; terörist gerillalarıyla Türk-Müslüman yerleşim birimlerine saldırıp katliamlara ve etnik temizliğe girişen Ermenileri Doğu Cephesi'nden ülkenin güneyine, savaş dışında kalan bir bölgeye taşımak amacıyla yapıldı. Tehcirin bu askeri gereklilik yönü, bugün geçerli olan hukuka da uygun. Tehcirin nedeni açık ve kesin biçimde askeriydi ve Türk-Müslüman nüfusun varlığı ve güvenliğini sağlamakla ilgiliydi..."15




Ömer Sağlam

1- Hatta babam Garabet ismini Garabit şeklinde telaffuz ederdi.
2- Gürbüz Mızrak, Aldatılan Kimlik/Yüzyılın Hikâyesi 1914-2014, s, 27, Türkbir (Türkiye Sivil Toplum Birliği) Yayını, Ankara- 2015. Ayrıca bkz. Uluç Gürkan, Malta Yargılaması/Özgün İngiliz Belgeleriyle, s, 25, Kaynak Yayınları, İstanbul-2014. Gazeteci Soner Yalçın, "Tarih: 24 Nisan 1915. Osmanlı Dahiliye Nezareti (İçişleri Bakanlığı) Ermeni komitelerini feshedip, İstanbul Ermeni cemaatinin önde gelen 250 ismini Çankırı'ya sürdü. Bu olay, diaspora Ermenileri tarafından 'soykrım'ın başlangıcı olarak görüldü" demek suretiyle Çankırı'ya sürülen komitecilerinin sayısını 250 olarak vermektedir (http://hurriyet.com.tr/yazarlar/14311115.asp)
3 Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anılar, Yay. Haz. Rauf Mutluay, s, 234-235, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İst. 1976.
Hüseyin Cahit Yalçın'ın "4.Kolordu Komutanı Cemal Paşa" dediği kişi, muhtemelen Şam'da konuşlu 4.Ordu'nun komutanı da olan Bahriye Nazırı Cemal Paşa olmalıdır. Zira o dönemde Osmanlı Ordusu'nda iki Cemal Paşa vardır. Bunlardan birisi, meşhur Cemal Paşa (Ahmet Cemal)'dır ki; kendisi İttihat ve Terakki'nin üç önemli liderinden birisidir. Birinci Dünya Savaşı sırasında Bahriye Nazırlığı uhdesinde kalmak kaydıyla Suriye'de konuşlu 4. Ordu'nun kumandanlığını da üstlenmiştir. "Küçük Cemal Paşa" veya "Mersinli Cemal Paşa" olarak da anılan diğer Cemal Paşa ise, daha kıdemsizdir ve Büyük Cemal Paşa'nın (Ahmet Cemal) emrinde olmak üzere; 1914 yılının Ağustos ayında düzenlenen Birinci Kanal Harekatına 8. Kolordu Komutanı olarak katılmış ve aynı yılın Kasım Ayı'nda Mirlivalığa (Tuğgenerallik) terfi etmiştir. Ancak bu harekatta fazla bir başarı gösterememiştir. Ocak 1918 tarihinde ise 4. Ordunun lağvedilmesiyle oluşan Yıldırım Orduları grubunda yer alan 4. Ordu'nun komutanlığına atanmıştır. Onun hayatına 4. Kolordu komutanlığı diye bir görev olmamıştır. Dolayısıyla; Hüseyin Cahit Yalçın'ın bahsetmiş olduğu Cemal Paşa, Büyük Cemal Paşa'dır. Yani Bahriye Nazırı da olan 4. Ordu Komutanı 1.Ferik (Orgeneral) Ahmet Cemal.
4- Uluç Gürkan, Malta Yargılaması/Özgün İngiliz Belgeleriyle, s,28-29, Kaynak Yayınları, İstanbul-2014
5-Kemal Çiçek, Ermenilerin Zorunlu Göçü(1915-19179, s, 31, TTK Yayını, 2.Baskı, Ankara-2012.
6- Kemal Çiçek, age, s, 31. Merhum babamın vermiş olduğu muhtemel isimle Papaz Garabet H. Keropian'ın aynı ismi taşıyor olmaları, herhalde ilginç bir tesadüf olmalıdır. Dipnotta, Çankırı'ya yapılan sürgünden bahsedilirken parantez içinde "Kastamonu" ismi zikredilmektedir. Bunun sebebi, Çankırı'nın o tarihlerde Kastamonu vilayetine bağlı bir Sancak merkezi olmasıdır.
7 Mehmet Ali Öz, Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Soy Kütüğü, s,17, Özel Yayın, Sivas-2014.
8- http://tr.wikipedia.org/wiki/Suriye_T%C3%BCrkleri.
9- http://www.uzungol.org/tarih/1965-vana-goc-fotografi.html %
10- http://www.caykara.bel.tr/?sayfa=SayfaDetay&Goster=31-45
11 Mehmet Ersan, Selçuklular Zamanında Anadolu'da Ermeniler, s,8, TTK Yayını, Ankara, 2007,
12 Mehmet Ersan, age, s,14,
13- Aristakes de Lastıvert'ten naklen Mehmet Ersan, age, s. 14.
14-Tehcir, Osmanlı Devlet Hukukunda kökenini Kur'an-ı Kerim'den alır ve Haşr Suresi'ne dayandırılır. Çağdaş hukuk ve batı hukukunda birebir kavramsal karşılığı yoktur. Yalnızca Osmanlı Hukuk sisteminin, Dünya hukuk literatürüne soktuğu bir kavramdır. Bir kişinin, topluluğun güvenliğini diğerlerine karşı sağlamak üzere bulunduğu ortamdaki olası olumsuzluk ve huzursuzluklardan kurtarmak için devlet eli ve iradesi ile devlet sınırları içerisinde daha uygun ve sorun çıkması olanaksız yerlere geçici veya kalıcı olarak göç ettirilmesidir. Tehcir, sınır dışı etmez, sınır içinde yer değiştirtir. Osmanlı Hukuk ve hukuk sistemini kavramadan bu kavramı tam olarak anlamak çok zordur. Osmanlı tarihinde en büyük ve önemli tehcir uygulaması sanıldığı gibi Ermenilere değil öncelikleKaramanoğulları'ndan olan Türklere ve Alevi Türkmen boy ve Yörüklerine uygulanmıştır. Türkmen Alevi Dedeşlioymağının tüm Karadeniz sahillerine, Karamanoğulları Türkleri'nin ise Sudan, Mısır ve İran'a dağıtılarak tehcir edilmesi bu konuda örnek teşkil eder. Tarihte bunun birçok örneğine rastlanmakla birlikte nedenleri çok çeşitli olmuştur. Türkler ve Müslümanların Balkanlar'dan göç ettirilmeleri de bu bağlamda örnek gösterilebilir (http://tr.wikipedia.org/wiki/Tehcir)
15-Gündüz Aktan, "Hukukta Soykırım ve Ermeni Olayları" başlıklı makalesi,, http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/makaleler/makale32.html,

ERMENİ SOYKIRIMI İFTİRASI

Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Yaklaşık bir yüzyıldır sadece Türkiye’nin değil tüm dünyanın gündemini sürekli meşgul eden sözde ‘’Ermeni Soykırımı’’ ile ilgili olarak Laik, Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Ulu Önder ATATÜRK, NUTUK ‘da bu soruna değinmiş ve görüşlerini kaleme almıştır:

‘’Ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cür’et alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler. Maraş’taki feci olay bu yüzden çıkmıştı. Yabancı kuvvetleri ile birleşen Ermeniler, top ve makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi. Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı. Yirmi gün süren Maraş katliamında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu olay hakkında İstanbul’daki temsilcilerine çektikleri telgraf, bu faciayı yaratanları, yalanlanamayacak bir şekilde ortaya koymaktaydı.

Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silahlandırılmış olan Ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlardı. Canlarının ve bağımsızlarının korunmasından başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etmek politikası, medeni insanlığın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek nitelikte iken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme gibi bir teklif nasıl ciddi olarak kabul edilebilirdi?’’

Kurulus amaçlarının başında Atatürk, onun ilkelerini ve inkilaplarını yaymak, Laik ve Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin her platformda tanıtılması, ve savnulmasını kendisine görev olarak üstlenmiş olan TURKISH FORUM, yapılan tüm çalıimaların, araştırmaların Ermenilerin iddia ettiği gibi bir ‘’Ermeni soykırımı’’ olmadıgını, asıl soy kırıma uğrayanların Türkler olduğunu göstermesine ragmen 99 yıldır kendilerini olduğu kadar tüm dünyayı da bu yalan beyanlarla kandırmışlar ve artık bütün bü gercek dışı söylemlere bir son vermek üzere Geniş Katılımlı ERMENİ YALANLARINA SON kampanyası düzenlemiştir. Bir haftadır devam eden kampanyamıza dünyanın her tarafında yaşayan Türkler olduğu kadar bu yalanlara inanmayan yabancılar da destek vermektedirler.

Sayın Turkish Forum üyelerı, takipçileri, dostları, kısacası tüm duyarlı vatandaşlarımızı bu kampanyaya destek olmaya davet edıyoruz. Kampanya sonucları Amerika’da Beyaz Saray ve Senatoya sunulacaktır. Bu iki sunumun etkin bir ses getirmesi için her bir atacağınız imzanın değeri çok fazladır. Sadece kendiniz imzalamakla kalmayın dostlarınıza da imzalattırın. Onlarında desteği bizim için çok önem taşımaktadır.

Kampanyamıza katılabilmek için tek yapmanız gereken asağıda verdiğimiz Turkish Forum’un ana sayfasından bağlantı cubuğunu tıklamanız ve ‘Sign’ sözcüğünü tıkladığınızda isminizin ıstendiği sayfaya geleceksınız. İmzanınızı vererek bu çok önemli davaya hizmet etmiş olacaksınız.

Bu kampanya siyasi görüşlerin geri plana atılmasının ve birlikte hareket etmenin gerekliliğini bir kez daha ortaya koymuştur. Ulusal davalarda birlik olmalıyız ve tüm dünya Türklerinin buluşma noktası olan Turkish Forum’un başlattığı bu son derece önemli sorumluluk projesine destek olmak için yapacağınız tek şey aşağıda verdiğimiz linke tıklamak. http://chn.ge/1iZhc2B (link çalışmaz ise adres çubuğuna kopyalayıp yapıştırın)

Hep birlikte bu Yalanlara SON verelim ve bir daha ne dünya gündemini ne de bizi bu asılsız konu ile meşgul etmesinler.

Dünyaya; sizlerin desteği ile haklılığımızı gösterme günüdür.



Saygılarımızla,


Dr. Kayaalp Büyükataman
Turkish Forum ve Dünya Türkleri Birliği Başkanı

NE MENEM ŞEYDİR ŞU ERMENİ SOYKIRIMI



turklere biz savas actik kacaznuni225

Aydın geçinen çoğu insanımız, “Ermenilerin soykırımı nedir, neyin nesidir?” öğrenmek, anlamak; Ermenileri tanımak istemiyor? Benim de bunun nedenini anlamam mümkün değil. Oysa, onların başrolünü oynadığı olaylar zinciri, Türkleri çok yakından ilgilendiren acı bir gerçeğin halkalarıdır.

Malum, konumuz soykırım. Hiç bekletmeden, hemen sadede gelerek başlıyorum yazıma… Soykırım gerçektir. Dünyada bu soykırımdan daha aşağılık daha adice daha ahlaksızca başka kırımlar zinciri de yoktur. Akıllara kazınmak istenenin aksine; öyle iddia edildiği gibi Türkler tarafından yapılmamış, tam tersine Ermeniler tarafından Türklerle Kürtlere karşı yapılmıştır.

Sırası gelince, soya kasteden diğer kırımların en ünlülerini sayacağım size; altında hep aynı imzaları görünce ne diyeceğinizi duymak için…
Evet, demiştim ki soykırım gerçektir.

Yadsımanın da “Ben değil o yaptı, o değil şu yaptı!” diye iddialaşmanın da anlamı kalmadı bugün. Bunca yıl anlatmaya çalıştık, beceremedik. Sürekli savunmada kalmayı marifet sayan yöneticilerimiz vardı. Yöntemlerimiz yanlıştı. Bu tür işlerde korkak ve çekingendik. Örgütlenmeyi hiç bilmiyor, çok çabuk aldatılıyor, içinde en fazla hain barındıran ülkelerden biri olarak nam salmış; yaşayıp gidiyorduk. Karşımızdaki çıkar gruplarıysa çok iyi örgütlenmişti. Granit kayaydılar sanki… Her saniye biraz daha çoğaldılar.

Trajikomik olan, dünkü toplumların hafızasına doğru olarak kaydedilmiş bu olayı, bugünkü torunların; birtakım çıkarlar uğruna tahrif edilmiş gerçekle değiştirme yarışları… O yüzden, doğruları itiraf edip etmemeleri tarih açısından bir şey değiştirmeyecek. Bizim için gerçek, “gerçek olarak” onlar içinse “yalan” gerçek olarak yaşamaya devam edecek.

Her şeyi bildikleri hâlde bilmezden gelip taraf tutan “Üç kâğıtçı Dünyalılar” dışında da Dünyalı vardır elbet. Onlar anlattıklarımızı bir gün mutlaka anlayacak, tarihi çarpıtmaya kalkanları alaya alacaklardır. Bunun için yapmamız gereken ilk iş, ulusal konularda duyarlı hükûmetler kurmayı becermek. Bir işi de becerebilelim artık!..

Tarihsel tembellik yaşayan Batı’nın en çirkin hastalığı dönüp ellerindeki kayıtlara bakmak yerine, kim yaygara ederse eninde sonunda ondan yana tavır koymak. Gerçeği, çeşitli nedenleri bahane ederek masalla değiştirenlere ne anlatsan boş.

Birkaç dakikalığına dünyayı bırakıp kendimize dönelim.
Dünyanın üstüne gitmeden, kendi aramızda yapalım ilk tespitlerimizi. Bilmeyenlerimiz doğruları öğrensin önce. Ermenilerin soykırım hareketi neden en aşağılık neden en adi neden en ahlaksız kitle katliamıdır bilir misiniz? Komşu, komşuya; sevgili, sevgiliye; ortak, ortağa; dost, dosta karşı yapmıştır da ondan. Bir düşünün bir hayal edin. Akşam aynı sofrayı paylaşıyorsunuz. Sabah sizi, çocuklarınızı, karınızı, ananızı, babanızı, kardeşlerinizi canlı canlı parçalıyorlar. Gebelerin karınlarını yarıp içindeki varlığı çıkarıp top oynuyorlar. İnsanları canlı canlı toplu mezarlara gömüyorlar.
Evlere, camilere doldurup yakıyorlar.
Bu yazdıklarımın hepsi gerçek.
Üstelik, dönemin Fransız dergilerine kapak olmuş gerçekler.

Allah aşkına durun, gözünüzün önüne getirin bir.
Size, ailenize yapıldığını düşünsenize bunların.
Ermenilerin yaptığı soykırım; içinde bir damla insanlık kalmışlar için korkunç bir olay, şaşkınlık yaratacak bir ders konusudur. Müthiş bir ihanet belgesidir ayrıca...
Osmanlı’da “Sadık Tebaa” diye anılacaksınız, diğer gayrimüslim kökenlilerle birlikte tüm ticareti elinizde tutacaksınız, paşa olup devlet idare edeceksiniz. Sonra, ya sonra ?
Sonrası ne olabilir ki? Komşunuzu keseceksiniz.
Yollara çıkıp işgal ordularına alkış tutacaksınız.
Komşularınızdan öldüremediklerinizi uyduruk suçlarla ihbar edip astıracaksınız.

Milyonlarca Ermeni katledilmiş (!).
Rakama bakın!
Hani bir öykü vardır. Adama yirmi beş kuruş bahşiş vermişler. Az bulup almamış. Eve gidince on lira olmuş anlattığı. Derken yıllar geçmiş enflasyonla birlikte rakam büyümeye başlamış. Milyarlara çıkmış sonunda…
At martini at, Debreli Hasan dinlesin.

Osmanlı Devleti’nde Ermeni nüfusu ne zaman milyonlar olmuş?
Sözü edilen rakam milyon değil, milyonlar!..
Yakında gerçek sayılara da değineceğim.

Neyse! Osmanlı bunlara isyancı demiş, hain demiş, göçe zorlamış.
Aklı verenlerse Osmanlı “Erkânıharbiyeiumumiye Reisliği”nin en üst katındaki ikiyüzlü Almanlar. Adamlar her şeyde ikili oynamışlar ama verdikleri karar bu kez doğru. Çünkü yaşanan olaylara uygun. Uygulanması en akılcı tedbir. Öyle akılcı ki, olayların ertesinde Ermenistan Başbakanı tarafından da “En doğru hareket.” olarak onaylanmış.

Ermeniler bir ülkeden, bir başka ülkeye değil; Osmanlı topraklarının bir tarafından alınıp yine Osmanlı toprakları içinde kalan başka yerlere götürülmüşler. Bu zorunlu hareket sonunda vardıkları yerlerde yapılan sayımlarda da nüfuslarında azalma değil, çoğalma saptanmış.
İşte tehcir dedikleri olay bu göç…

Arnavutluk, Bulgaristan, Makedonya, Romanya, Kırım, Kafkasya ve Yunanistan'la Rusların marifeti sonucu Ermenilerin çaldığı Türk toprağı Erivan ve Nahçivan'dan göçen Türklerin lafı bile geçmez. Hem de Ermenilere yapılan zorunlu yer değiştirmedeki gibi aynı ülke içinde değil, bir başka ülke olan Türkiye'ye doğru yaptırılan göçten söz ediyorum. Özellikle Batı ve Rusya'nın maşalık görevini üstlenmiş Ermeniler yaygara yaptı mı taraftar bulur. Türklerse ağzını açmaz. Buna da benim bir türlü aklım ermez. İşte bu denli vurdumduymaz insanların yaşadığı bir ülkeyiz. 

Ne yapsaydı Osmanlı, bıraksaydı da geride kalan tüm halkı da Ermeniler tarafından soykırıma mı uğratılsaydı? Almanların, İngilizlerin, Belçikalıların, Holandalıların, Fransızların, İtalyanların, İspanyolların, Portekizlilerin, Bulgar’ın, Romen’in, Yunan’ın, ABD’nin; kendi hâkimiyetine karşı başkaldıranlara defalarca uyguladığı bir tedbir hareketidir tehcir. Onlar yaparsa iyi, Türkler yaparsa “tü kaka!”.Dedim ya, aklı veren de bu konuda deneyimli bir ülke: Almanya…
Yok yok, Osmanlı en iyisi madalya verip başına sultan yapsaydı soykırımcıları.
Üstelik, Osmanlı yetkilileri; “Gelin, uymayın bunlara” diye yalvar yakar olmuşlar.
Bunu da duymamıştınız değil mi?

En şaştığım da nedir bilir misiniz ?
Kürt kökenli, ilim tahsil etmiş olması gereken bir avukatın başını çektiği; sonra da Türklere diş bileyen tüm Kürt politikacının sürdürdüğü şu yalan:
Türkler, Ermenilere soykırım uyguladı.”.

Kürt asıllı siyasetçiler bu saldırıyla sempati kovalarken, birtakım kalemşörlerin de bu sözlere sarılıp fırsat bu fırsattır diye coşması üzüyor insanı...
Devir, öz vatandaşı Türklerle cebelleşme devri ya, vur abalıya…
Doğruymuş, yanlışmış hiç bakma…

Bu abuk davranışlar, soykırım kurbanı Kürt asıllı insanımızın kemiklerini de sızlatmıştır mutlaka… Bir yazımda o avukata şöyle seslenmiştim:
“Hey, avukat! Sen hangi gezegende yaşıyorsun? Adamların kestiklerinin neredeyse tamamına yakını Kürt ve Türk. Vazgeçtim Türk kurbanlardan, bari Kürt kökenli olanlara sahip çık! Dicle’nin kızıl aktığı günleri duymadın mı hiç?

Aslında, Ermeni konusunda yazılacak o kadar çok şey var ki!..

Biz yine geçmişe dönelim.
Olayların başlatıcısı, Osmanlı Topraklarında gözü olan ve suçlu eşkıyaların taktiğiyle hâlâ sürekli olarak “Ermeni Meselesi”ni fırına süren Fransa, Amerika, Almanya, İngiltere gibi ülkelerdir
Hani şu, soykırım yapmayı meslek edinmiş ülkeler!
Ermeniler aracılığıyla soykırıma uğrattığı yüz binlerce yurttaşımızın kanını; elinde, dilinde, kalbinde taşıyan üç silahşörler*! Diğer yardakçılarını da unuttuk sanmasın kimse…

Örneğin, egemenlikleri altına aldıkları bölgelerdeki Ermeni Vahşeti’ni tamamı olmasa bile bir kısım komutanlarının “Ne yapıyoruz?” sorularına karşın, görmezden gelip bir şey olmamış gibi davranan, Ermenileri silah olarak kullanan, olayların bitiminde haklı olarak, “Bu Osmanlı Ermenileri yarın bize de ihanet eder!” düşüncesiyle büyük kısmını ortada bırakan Rusya gibilerini!..
Esirlerimize bile Ermeni gardiyanlar aracılığıyla soykırımın tarifine giren zulümleri yapan İngilizleri… Bu İngilizler, savaşta da centilmenlermiş. Külahıma anlatsınlar onu…

Aslında bu konu, bir iki yazıyla geçilecek türden değil.
Devam edecek tabii…
Hiç kimse yanımızda olmasa da gerçekleri anlatma sevdamız sürecek. Yöneticilerimiz uyanana, “Sivil Toplum Örgütleri”miz ayılana dek koruyacağız Türk’ün onurlu adını…

Devletimi yönetenlerin yerinde ben olsam; Ermenilerin insanımızı öldürdüğü her il, ilçe ve köye; bıkmadan, usanmadan Ermenilerin yaptığı soykırım için anıtlar dikerdim. Tüm turistik bölgeleri de bu işin içine katar, en çok ziyaret edilen meydanları seçerdim. Bugün onları okuyacak sekiz, on altı yaş arasındaki çocuklar on yıl sonra on sekiz, yirmi altı yaş aralığında olacaklar. Gerçeklere aşina, gerçekleri bilen olarak…

Kimsenin yapmadığı ya da yapmaktan kaçındığı aydınlatmayı bu anıtlar sağlar, gerisini onlar düşünsün. Yıllar önce TBMM’ne bu konuda çektiğim faksa cevap bile alamadım.
Diğer yıllardaki tekrarlarıma da…
Ermenilerse iş birlikçileriyle birlikte her yere iftira anıtları dikiyorlar.
Hatta, o devletlerin koruması altındaki elçilerimizi öldürdükleri yerlere de…

İçimizdeki aptallara sesleniyorum:
Birtakım haksızlıkları bazı çıkarlar uğruna kabullenmenin, “Ama o şundan böyle olmuş” ifadeleriyle yalanları doğrularcasına konuşmanın yararı değil, zararı var bu meseleye.

Ermeni komşularınızın, Ermeni dostlarınızın kalbini kırmamak amacıyla hatır gönül rüşveti yemeyi de kesin artık! Dikkat edin, onlar sözlerini hiçbir şart altında esirgemiyorlar. Dostlıuğunuzu bozun demiyorum, gerçekleri söylemekten kaçınmayın, korkuarak susmayın. Onları örnek alın kendinize... Sahte aydıncılık sahte bilgiçlik de taslamayın lütfen. Barışseverlik oyunu oynamayı da bırakın.
Barış barış isteyenle yapılır. Düşmanlık isteyenle değil!

Batı’da; Ermeni iddialarını destekleyici her eser, çok sonra yazılmış hayali anılardan ibarettir.
İşin tuhafı, yazanlardan bazıları bunu itiraf da etmiştir.
Etmişlerdir de hâlâ doğrudur diye yazıp çizenler var. Hem de ısrarla…
İleride bunları da anlatacağım.

İçeride ya da dışarıda; siyasi geleceklerini para ya da iktidar hırsıyla kiralayanlarla kalemlerini satanlar masum bir ulusa nasıl kötülük yaptıklarını bir anlayabilseler.
Anlayabilselerdi dedim ama, anlasalar ne değişecek ki?
Kazanç, Batı’nın ve satılmışların ana felsefesi.
Para her şeyin önünde çünkü…

Ermeniler aslında çok komik tezlerle kandırıyorlar ülkeleri.
Bizim tarafta ise çok kolay olan ispat konusunda, olumlu hiçbir kıpırtı yok.
Tam tersine; başımıza reis kesilen adam, sanki ülkemize az dert yüklemiş gibi, “Cumhurbaşkanlığı Seçimleri”ni tanımayacağından söz eden ABD başta olmak üzere diğer malum yerlere şirinlik figürleri saçabilmek için, gerçeklerden tümüyle soyutlanmış saçma sapan bir açılıma daha başlamaz mı?

O bunu yaparken Türkiye’de, özellikle CHP Başkanı Kılıçdaroğlu’nun memleketi olan Tunceli’de provokasyon amacıyla Ermeni bayrakları açtırılmaz mı? Tunceli’de Ermeni bayrakları açtırılırken, “Ermenistan ve Ermeni Diasporası”nın etkin olduğu yerlerde Türk bayrakları yakılmaz mı?

Dünyada dolaşıp duran bir fotoğraf var.
Soykırımın belgesi olarak sunuluyor.
Hani kafatası yığınlarından oluşan fotoğraf!
Hani Türklerin kestiği Ermenilerin kafatasları diye anlatılan piramit yığın.
Gelecek yazımda bu olayı bir kez daha anlatmak istiyorum.

Bu haklı konuda; gerçekleri söyleyip doğruları göstererek ülkesine hizmet eden, Allah'tan korkup kuldan utandığı için iftira atmayan herkesi saygıyla selamlıyorum.

Görüşebilmek umuduyla…

*Üç Silahşörler: Sayıda yanılgı yok. Alexandre
Dumas'ın romanında da üç silahşörler 4 kişidir.


Günay Tulun

BAŞBAKAN'IN TAZİYE GÖNDERDİĞİ ERMENİSTAN


TÜRKİYE'YE LEKE SÜRECEK, SÖZDE SOYKIRIMIN DÜNYACA TANINMASINI ÖNLEMEK İÇİN, AÇMIŞ OLDUĞUMUZ KAMPANYAYA KATILMADI İSENİZ GEÇ KALMAK ÜZERESİNİZ. 
Başbakan'ın Taziye Gönderdiği Ermeniler
OYUNUZA İHTİYAÇ BÜYÜK! 
LÜTFEN OY VERMEK İÇİN http://www.turkishforum.com.tr SİTESİNDEKİ KAMPANYA SAYFASINA GİRİNİZ.BAŞARILAR DİLEĞİYLE...                         

Dr. Kayaalp Büyükataman
Başkan
Dünya Türkleri Birliği ve Turkish Forum

İSVEÇLİ ERMENİLER

Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den 
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.    
İsveç’teki Ermeniler, Amerikan Ermeni diasporasının baskısıyla düzenlenen sözde soykırım mitingine katılmadılar.

Türkiye’deki, tavizci ve sözde Basbakan’ın örnek alması gereken bir davranış İsveçli Ermeniler tarafından sergilendi.

Katılım olmayan yürüyüş sözüm ona bir kuruluş olan “Ermeni ve Asuriler Derneği” tarafından organize edilmişti.

Turkish Forum’un Ermeni gruplarının sözde soykırım tasarısına karşı, Amerikan Senatosu ve Başkan Obama’yı etkileyecek kampanyası hızla devam etmekte… Lütfen aşağıdaki linklerden girerek katılınız. Her bir oy, en önemli oydur.

Kanada ve İsveç’teki zaferi Amerika’da da tekrarlayalım.
Ermeni kitlesini aydınlatmaya ve hakikati dünyaya göstermeye devam edelim. Bir asra yakın devam eden “Soykırım için para toplama endüstrisi”nin (kiliselerin) canlarına ot tıkayalım hep beraber.
Çorbada hepimizin tuzu olmalı ki, çorba güzel olsun.


Dr. Kayaalp Büyükataman
Başkan

Turkish Forum – Dünya Türkleri Birliği

VARAN BİR: KANADA'DA SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMI ANITI GERİ ÇEVRİLDİ


Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.  

ERMENİ KONUSU KANADA'DA PÜSKÜRTÜLDÜ
Tek vücut halinde çalışan Kanada Türk toplumu ve kampanyanın gelişmesinde baş rolü oynayan “Kanada Türk Derneklerı Federasyonu” sözde soykırım anıtı dikilmesi tasarısını geri çevirtti.

Kanada'da Türklerin el ele çalışması ve davaya sahip çıkması son derece güzel bir şekilde neticelendi.Sözde soykırım anıtı tasarısı geri çevrildi.

Bu arada bahsetmek isterim ki, Amerika'dakı üst kuruluşların yani eşitlerinin tersıne Kanada Türk Dernekleri Federasyonu, Ankara Hükûmeti tarafından beslenen bir kuruluş değildir. Yine Amerika’dakı üst kuruluşların aksine, kulüp binası olarak kullandıkları taşınmaz kendi mallarıdır.

Bu şekilde bir ortamın olduğu Kanada'da, Kanadalı Türklerin davalarından galip çıkmaları sürpriz olmayacaktır.

Kanada'da bulunan üyelerimizden, zaferin ilanı olarak bize gönderilen bir videonun adresi http://vimeo.com/92948144tür. Bu videoda konuşanların bir kısmı “Turkish Forum Danışma Kurulu” üyeleridir.

Videonun alındığı Turkuaz TV, Kanadalı Türklerın kurmuş olduğu TV istasyonlarından biridir.
Darısı Amerika'dakı üst kuruluşların başına…

Turkish Forum'un ABD'de başlatmış olduğu , Ermenı üst kuruluşlarının sunduğu, sözde soykırımın tanınması hakkındakı kanun tasarısı aleyhine kampanya büyüyerek devam etmektedir. Dünya çapında desteğe ihtiyaç vardır. Tasarıyı inceleyecek olan “Amerikan Senatosu Dış İlişkiler Komisyonudur”. Lütfen http://www.turkishforum.com.tr/inc/?Page_id=10 linkini tıklayarak kampanyaya katılınız. Oylarınıza ihtiyaç büyüktür .


Bu linkleri elinizdeki tüm arkadaş adreslerine, katılım için iletiniz.
5 mayıs gününe kadar, desteklerinizle yüz bin civarında imza toplamayı umut ediyoruz.
5 mayısda kampanya sona erecek; katılım listesi “Senato” ve “Obama”ya gereginin yapılması için iletilecekdir.

Katılanların listesi Turkish Forum sitesinde iki günde bir yenilenecektir. Şu anki katılım sayısı bin yüzdür. 28 Nisan 2014 gününe kadar kampanyaya katılanların isim listesini http://wp.me/p4xuat-1uf adresinde bulabilirsiniz.
Unutmayın: On milyonuz, büyüyoruz; ama siz olmadan, daima bir eksiğiz.

- Kanada'da elde edilmiş ve ABD'de desteğinizle elde edilecek başarının
  dünya çapında örnek teşkil etmesi,
- Sehitlerimizin mezarlarında rahat uyumaları,
- Bizden sonraki nesillerin alnı açık olarak yetismeleri dileklerimle...

Dr. Kayaalp Büyükataman
Başkan


Turkish Forum – Dünya Türkleri Birliği

ERMENİ SOYKIRIMI İDDİALARI KONUSUNDA SEZER'E YAZDIĞIM MEKTUP ve CEVABI





2001 yılının başları idi. Fransız Ulusal Meclisinde, sözde Ermeni Soykırımı ile ilgili bir yasa görüşülmeye başlanmış, bu sebeple Türkiye’de, Fransız ürünlerine karşı boykot uygulanmasına varıncaya kadar bir infial yaşanmaya başlamıştı. Üstelik Türkiye’de tam bir kriz havası hüküm sürüyordu. İşte bu günlerde bir vatandaş olarak ülkem ve milletim hakkında hissettiklerimi, devletimin ve milletimin başındaki adamla, yani Sayın Ahmet Necdet Sezer ile paylaşmaya karar verdim. Oturup kendisine 12.02.2001 tarihini taşıyan şu mektubu yazdım:

Sayın Cumhurbaşkanım,
Yıllardır hasret kaldığımız devlet adamı tipini bize yaşattığınız için size sonsuz teşekkürler. Bu sebeple bütün Türk Milleti gibi sıradan bir vatandaş olarak ben de sizlere güven ve saygı duyuyorum. Yıllardır katlanmak zorunda olduğumuz popülist devlet adamı kimliğini bir tarafa atarak ve herhangi bir ikbal kaygısı duymaksızın yapmış olduğunuz tasarruf ve icraatlar gönüllerimizi ziyadesiyle fethetmektedir. Bunun içindir ki; son günlerde özellikle siyasiler tarafından size karşı yöneltilen bazı sözlü tepkileri ve iyi niyetten yoksun olarak gözüken yasa ve Bakanlar Kurulu Kararı çıkarma girişimlerini aslında kendimize yöneltilmiş girişimler olarak algılıyoruz(1). Hele hele son günlerde parlamentoda yaşanan olaylar, bizim Yüce Meclise olan güvenimizi iyiden iyiye sarsmış bulunmaktadır. Bununla birlikte Parlamenter Demokrasi’nin bir gereği olarak, kendimizi Yüce Meclise güvenmek zorunda hissediyoruz.

Sayın Cumhurbaşkanım,
Cumhurbaşkanlığı makamı, şu anda (elbette sizin sayenizde) milletin en çok güven duyduğu makamların başında gelmektedir. Bu itibarla bir vatandaş olarak ülkemizin içinde bulunduğu hal ve durum hakkındaki görüşlerimi sizlere aktarmayı bir görev sayıyorum. Çünkü ben ülkesini ve milletini seven bir insan olarak, bu ülkede bir şeylerin iyi gitmediğini görüyor ve üzülüyorum. İyi gitmeyenlerin başında da milletin güven duygusunun zedelenmesi ve halkımızın gelecek hakkındaki ümitlerinin azalması gelmektedir. 07.02.2001 tarihli Hürriyet Gazetesi’nden öğrendiğimiz kadarıyla dünya çapında 43 ülkede yapılan bir araştırmada; diğer insanlara güvenme konusunda en güvensiz insanların Türkler olduğu tespit edilmiştir. Birbirine güvenmeyen, dolayısıyla birbirini sevmeyen, bu sebeple bir araya gelemeyen ümidi kaybolmuş ve morali bozulmuş bir milletin devletinin başarılı olamayacağı da kesindir. Bu sebeple süratle halkın moralini yükseltecek ve milletin, devletinin geleceği hakkındaki kaygısını giderecek tedbirler almak mecburiyeti vardır. Aziz Atatürk’ün yıllar önce söylediği “Benim naçiz vücudum elbet toprak olacaktır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet pâyidar kalacaktır!” şeklindeki özdeyişinin tahakkuku konunda vatandaşlarda ciddi kuşkular bulunmaktadır. Çünkü halkımız bir şeylerin iyi gitmediğini, mevcut siyasi, sosyal ve ekonomik yapının, mevcut sorunları çözemeyeceğini artık görmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanım,
Malumları olduğu üzere; son günlerde yine bir Ermeni soykırımı tartışmasıdır aldı başını gidiyor. İtalya konu ile ilgili yasa çıkarmış, Fransa konu ile ilgili yasa çıkarmış, İngiltere’de Yahudi Soykırımını anma toplantısında Osmanlılar kınanmış, ABD’de Ermeni Diasporası, kongrede dondurulmuş vaziyette bekletilen teklifin kanunlaşması için yeniden çalışmalara başlamış. Eğer bu konu yasalaşırsa, ABD Başkanları her yıl 24 Nisan’da yapacakları konuşmalarda bu soykırıma atıfta bulunacak ABD diplomatları bu konuda eğitilecekmiş. Haberler böyle! Ayrıca medyada, başta zat-ı devletleriniz olmak üzere, Başbakandan Dışişleri Bakanı’na, Genel Kurmay Başkanı’ndan TBMM Başkanı’na varıncaya kadar hemen her kademedeki yöneticilerimizin Fransa’daki muadillerine mektup yazarak Ermeni Soykırım Yasası’nın çıkarılmasının engellenmesini istedikleri, buna rağmen Fransa’nın söz konusu yasa teklifini kanunlaştırdığı konusunda haberler çıkmıştır. Bu durum, vaktiyle Kral I. Fransuva idaresindeki Fransa’yı koruma altına alan, Fransa’nın ekonomik durumunun iyileştirilmesi için bu ülkeye çeşitli ayrıcalıklar (kapitülasyonlar) tanıyan bir milletin torunları olarak bizleri elbette üzmektedir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilere soykırım uygulanmış mıdır? Yani kasıtlı bir yok etme politikası izlenmiş midir? Elbette hayır! Peki bu konuyu ciddi olarak araştıranlar var mıdır? Elbette vardır. Ancak bu araştırmacıların devletleri güçlü olmadıkları için bu araştırmalar hiç dikkate alınmamaktadır. Çünkü biz ne dersek diyelim bu gün hak, hak edenin değil, güçlünündür. Bu gerçek, ne yazıktır ki; ulusal boyutta da, uluslar arası boyutta da böyledir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında devletin uygulamak zorunda kaldığı bir zoraki göç politikası olmuştur. Bu göç sırasında ve zor yol şartlarında bazı vefatlar olduğu da bilinmektedir. Bu vefatlar, sadece Ermeniler arasında değil Türkler arasında da vuku bulmuştur. Rus işgali sırasında Türkiye’de yaşayan Ermeni halkın Ruslarla işbirliği yaparak özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Türklere karşı bir katliam uyguladığı bilinmektedir. Bugün Bosna-Hersek’te bulunan toplu mezarlar, diri diri gömülmeler, canlı canlı yakmalar, vaktiyle masum Türk halkına da uygulanmıştır.

Bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki hemen her şehir ve kasabada bulunan şehitlikler, bunun en güzel ispatıdır. Hadisenin en canlı şahitlerinden birisi de benim. Şöyle ki; bugün Kars şehir merkezinde "Kanlı Tabya" diye bir yer vardır. Eskiden askeri birliklerimiz barınırmış. Hala da öyle. İşte ben de askerliğimi burada yaptım. Burada bulunan taş binalardan birisinin duvarlarında, Ermeniler tarafından duvara çivilenerek öldürülmüş Türk askerlerinin kanları hâlâ durmaktadır. Çivilerin yerleri ve taşlara sinmiş kanlar hala canlı birer şahit gibi ortalıktadır(2). İşte Türklere karşı girişilen bu tür katliamlar sebebiyle ve savaş hengâmesinde bazı Ermeniler de ölmüş olabilirler. Ancak bunu bir soykırım olarak nitelemek ve bu sebeple tarihte olduğu iddia edilen bir olay sebebiyle bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni yargılamaya kalkışmak ve ona baskı uygulamak insafla bağdaşır bir şey değildir. Hatta Ermenilerin haksız yere öldürülmelerine göz yumduğu gerekçesiyle Boğazlayan kaymakamı Kemal bey’in idamla cezalandırıldığını herkes bilmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanım,
Soykırım denilen şey, eğer topluca ve maksatlı olarak öldürmek (jenosit) ise bunu Türk Milleti tarih boyunca hep yaşamıştır. Birkaç örnek vermek gerekirse;

  1. Eski Türk tarihlerinden öğrendiğimize göre; en büyük soykırımı Türklere karşı Çinliler yapmıştır. Orhun Abideleri'nde anlatıldığı kadarıyla; Çinliler soyunu sopunu kurutuncaya kadar Türk Milleti’ni toplu katliamlara tabi tutmuştur. Orhun Anıtları’nda Bilge Kağan şöyle der; “Çin milletinin sözü tatlı, ipeklisi yumuşak idi. Tatlı sözü yumuşak kumaşıyla kandırıp ıraktaki milleti kendine yakın tutardı. Kandırdıktan sonra da kötü yüzünü gösterirdi. Yurdu için direneni, yurdu için düşüneni yaşatmazdı. Bir kişi Çin’e karşı gelse onun soyunu sopunu kurutuncaya kadar yok ederdi. Çin’in tatlı sözüne, yumuşak ipeklisine çok aldandın, Türk Milleti onun için çok öldün; Türk Milleti aldanırsan öleceksin!”(3).
  2. Haçlı seferlerini dikkate alırsak; Türklere karşı onlarca Haçlı Seferi düzenlendiğini görürüz. Hem de Papalığın çağrısıyla. Ve bu seferlerde yüz binlerce Türkün kanı akmıştır. Peki bu soykırım değil de nedir?
  3. Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkan “Kızılderililer ve Türkler” isimli kitabında “Hun Türklerinin 2000 yıl kadar önce Bering yoluyla Amerika’ya girmiş oldukları hakkında bazı işaretler vardır…Yani Kızılderililerin Türk olduklarını ileri sürmüyorum. Türk değildirler, ama akrabadırlar. Macarlar ve Finler gibi…Amcaoğlu gibi durumdadırlar”(4) diyor. Buradan çıkarılacak sonuç, “Türk de olabilirler” şeklindedir. Ve Kızılderililere uygulanan soykırımı bugün herkes bilmektedir.
  4. Çok eskilere gitmeye gerek yoktur. Daha dün Birinci Dünya Savaşı’nda sadece Çanakkale cephesinde yüz binlerce Türk insanı ya şehit edilmiştir, ya da sakat bırakılmıştır. Bugün Türkiye’de hiçbir aile yoktur ki; Çanakkale’de bir yakını şehit düşmüş olmasın. Çanakkale savaşlarında İngilizlerin Hindistan, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi dünyanın öbür ucundan yerli askerler (Anzaklar) ve Afrika’daki yamyamlardan müteşekkil birlikler getirdikleri bilinmektedir. Bu askerler, asıl görevi öldürmek olan lejyonerlerden ibarettir. Dolayısıyla bu durumu sadece savaş mantığı içinde kabullenmek doğru olmasa gerek. Asıl soykırım işte budur. Yoksa Anzakların ve Yamyamların Türkiye’de başka ne işleri olabilirdi?
Bütün bu örnekler de gösteriyor ki; eğer yeryüzünde bir soykırımdan bahsetmek gerekirse, bu soykırım en şiddetli biçimde Türk Milleti’ne karşı uygulanmıştır. Dolayısıyla bugünkü Türk İnsanı’nın, dün vuku bulduğu iddia edilen bir olaydan dolayı hiç kimseye diyet borcu bulunmamaktadır.

Bu sebeple Türkiye’nin konuyla çok fazla ilgilenmemesi, karşı lobilere fazladan para kaptırmaması ve siyasilerin konuşmalarıyla halkı tahrik ve tazyik etmemesi gerekir. Çünkü biz tepki gösterdikçe bu yasaları çıkaranlar ve Ermeniler sevinçten göbek atmakta, belki de bizden bazı tavizler koparmanın hayallerini kurmaktadırlar. Bunun için bugün Fransa’ya karşı uyguladığımız politikayı doğru bulmuyorum. İhaleleri iptal ederek Fransa’ya zarar verileceğini beklemek hayalciliktir. Çünkü bugün Fransa hemen her bakımdan uluslar arası ölçekte bir ülke olup, Türkiye’nin tavrından kolay kolay etkilenecek bir ülke değildir. Esasen Fransa ile olan ilişkilerin bozulmasından daha çok etkilenecek taraf Türkiye gözükmektedir. Çünkü özellikle turizm ve ihracat gelirlerimizde Fransa’nın payı her yıl artan bir trend izlemektedir. Buna ilave olarak, Fransa ile yapılan yatırım anlaşmalarının tek taraflı iptal edilmesi, diğer yabancı yatırımcıları da etkilemekte ve onlar üzerinde caydırıcı bir etki yapmaktadır. Nitekim 2 Şubat 2001 tarihli gazetelerde İsviçre Hava Yolu şirketi Swissair’in ÖİB’na THY’nin özelleştirilmesi ile ilgilenmediğine ilişkin mektup yazdığı, Telekom’un tanıtılması ile ilgili olarak Londra’da yapılacak toplantının ise iptal edildiğine ilişkin haberler çıkmıştır. Bu durum, Türkiye’deki özelleştirme çalışmaları ile yabancı sermaye çekme çabalarının karşısına bir handikap olarak çıkmaktadır. Türkiye uluslar arası platformlarda güvensiz bir ülke olarak lanse edilmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanım,
Avrupalı milletlerin milletimize karşı olan bakış açıları zaten bilinmektedir. Bugün bize karşı hasmane tutum takınmış olan milletlerin atalarının, vaktiyle Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Cem sultan isimli şehzadeyi esir alarak Osmanlı İmparatorluğu’na karşı tehdit unsuru olarak kullandığını, bu olayı tezgahlayanların elebaşlarının da Papa VIII. İnnocentius ve VI. Alexander ile Katolik kilisesi olduğunu unutmamak gerekir(5). Bu ülkelerden İtalya, aynı düşmanlığı vaktiyle, 1480 yılında Otranto’yu zapt ederek Doğu Roma’dan sonra Batı Roma’yı da ele geçirmeye azimli Fatih Sultan Mehmet’i, 1481 yılında zehirletmek suretiyle öldürterek de yapmıştır. Hem de kendi milliyetinden olan ve ihtida etmiş gibi gözükerek Fatih’in özel doktorluğuna kadar yükselmeyi başaran Yakup Paşa (İacopo Maestro) isimli Yahudi’ye yüklüce rüşvet vaat ederek(6).

Bir İtalyan marşında şunlar söyleniyor: “Anne duanı et, ağlama, bilakis gül ve düşün. İtalya beni çağırıyor, Trablus’a neşe içinde gidiyorum. Mel’un milleti (Türkleri) ezmek, padişaha genç kızları peşkeş çeken İslam dini ile savaşmak için gidiyorum. Kur’an-ı mahvetmek için bütün gücümle savaşacağım…Biri sana çocuğun için neden yas tutmadığını sorarsa –O İslam dini ile savaşırken öldüğü içindir-de!”

General Nelson, Edvar’a yazdığı mektupta şöyle der: “Ayaklananları yakmakta veya diri diri derilerini yüzmekte bizi serbest bırakacak kanunları çıkartmalıyız. Çünkü içimizde yanan intikam ateşi yalnız idam etmekle sönmüyor.”

İngiliz meşhurlarından Gladstone da şöyle diyor: “Kur’an yeryüzünden kaldırılmalı, Avrupa Müslümanlardan temizlenmeli!”

Lord Salisbury ise; “Hilal haçtan ne aldıysa geri vermeli, aksi olmamalı.” diyor.

Yunanlı Kiçon da; “Kâbenin yıkılmasını, Peygamberimizin mezarının Luvr müzesine taşınmasını” istemiştir(7).

Avrupalının Türkiye ve Türklere bakış tarzı budur. Ancak bakış tarzı budur diye bu ülkelerle düşman mı olacağız? Elbette hayır. Milli menfaatlerimiz hangi ülke ile ilişki kurmayı gerektiriyor ise mutlaka o ülke ile ilişki kuracağız. Dış politikada duygunun yerine aklı, mantığı ve bilimi hakim kılacağız. Aksi takdirde bu gidişle dün İtalya’ya karşı(8), bugün de Fransa’ya karşı izlemeye çalıştığımız hissi politikalarla dünyada hiçbir dostumuz ve müttefikimiz kalmayacak ve Türkiye tamamen içine kapanacak gibi görülüyor. Bu da ancak rejim düşmanlarının işine yarayacaktır.

Orhun Anıtları’ndan öğrendiğimiz kadarıyla Türk Milleti’ni yok olmaktan Bilge Kağan kurtarmıştır. Milli Mücadele ile de Mustafa Kemal Atatürk. O tarihlerde Türk Milleti’nin başında Bilge Kağan ve Atatürk bulunmakta idi ve onlar üstlerine düşen vazifeyi yaparak milleti selamete kavuşturmuşlardır. Şu anda onların tahtında oturan birisi olarak, bu milletin ümitlerinin yok olmasını önlemek de galiba size düşüyor Sayın Cumhurbaşkanım! Bu konuda emarelerini gördüğümüz çalışmalarınızın bir sekteye uğramadan devamı dileğiyle, en derin saygılarımı sunuyorum.*


Evet, 09.02.2001 tarihinde dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer’e yazmış olduğum mektup böyleydi. Mektupta sözü edilen konular galiba bugün de geçerliliğini korumaktadır. Özellikle ABD’deki bazı etkin Yahudi kuruluşlarının, sözde Ermeni Soykırımı iddiaları konusunda tavır değiştirdikleri ve Ermeni tezlerine destek verir tarzda konuştukları gözlenmektedir.

Malum çevrelerden yöneltilen bildik eleştirilere ve saldırılara ilave olarak Sayın Ahmet Necdet Sezer hakkında yapılan en bariz tenkit, onun Çankaya’yı halka kapattığı ve halktan kopuk yaşadığı şeklinde yapılan tenkittir. Kendisinin, Çankaya’yı yol geçen hanına çeviren Merhum Özal ve Sayın Demirel’den sonra Cumhurbaşkanı olması, haklı olarak bu yönden de tenkit edilmesine yol açmıştır. Ancak benim gözümde o, gerçekten son yıllarda yetiştirdiğimiz ve devlet ciddiyetini temsil eden en kayda değer devlet adamlarından birisidir ve öyle de kalacaktır. Kendisine “güle güle, kim ne derse desin bu millet sizi sevdi sayın on numara” diyor, sağlıklı ve uzun ömürler diliyorum… 29.08.2007/
Ömer Sağlam
* * *
Cumhurbaşkanlığı'nın Tarafıma Verdiği Cevap:
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından Genel Sekreter Yardımcısı H. Bülent Serim imzasıyla tarafıma gönderilen 19.03.2001 tarih ve B.01.0.YKB.02-66-402-1316 sayılı yazıda şöyle deniliyordu:

“Sayın Ömer Sağlam
Fransa Ulusal Meclisi’nde Ermeni yanlısı yasanın kabul edilmesine tepkinizi ve alınacak önlemlere ilişkin görüşlerinizi içeren 12 Şubat 2001 günlü başvurunuz Başbakanlığa gönderilmiştir. Yurttaşlarımızın toplumsal ve ulusal konulara gösterdikleri duyarlılık takdirle karşılanmaktadır. Bilgilerinizi rica eder, esenlikler dilerim.”




Ömer Sağlam

Dipnotlar:
* 1, 2 ve 8 nolu dipnotlar 29.08.2007 tarihinde ilave edilmiştir. 
1- AKP ile yıldızı bir türlü barışmayan ve bu yüzden AKP yönetimi ve parti tabanı tarafından sevilmeyen A.Necdet Sezer, aslında B. Ecevit liderliğindeki koalisyon hükümeti ile de sorunlar yaşamıştır. Örneğin bizim bu mektubu yazmamızdan yaklaşık bir hafta sonra 19 Şubat 2001 tarihinde yapılan MGK toplantısı öncesinde söz alan Sezer, hükümetin bazı icraatlarını eleştirmiş, sözlerinin sonuna doğru, bazı düzenlemelerin Anayasa ile çeliştiğini belirttikten sonra elindeki Anayasa kitapçığını Ecevit’in önüne fırlattığı için Ecevit ve hükümet üyelerinin MGK toplantısını terk ettikleri kamuoyuna yansımıştır. Ecevit’in konuya ilişkin açıklamalarından sonra da zaten beklenen ekonomik kriz patlamış ve Türkiye meşhur 21 Şubat kriziyle baş başa kalmıştır. Dolayısıyla A.Necdet Sezer’in özellikle AKP’liler tarafından sevilmemesini onun solculuğu ile ve CHP’li olmasıyla açıklamak doğru değildir. Eğer öyle olsaydı Sayın Sezer, kendisini cumhurbaşkanı yapan Ecevit ile ters düşmezdi. Onun özellikle siyasiler tarafından sevilmemesinin yegâne sebebi, olsa olsa popülizme geçit vermeyerek, yapılan her düzenlemede kanunilik ve anayasaya uygunluk ilkesini araması olsa gerektir.
2- Yanlış hatırlamıyorsam TRT’de Yönetmen Natuk Baytan tarafından çekilen “Duvardaki Kan” isimli televizyon dizisinde bu konu işlenmiş ve dizinin adı Kars Kanlı Tabya’da yer alan bu kan izlerinden hareketle verilmiştir.
3- M.Necati Sepetçioğlu, Sonsuza Uyanan Taşlar, s.152, İrfan Yayınları, İstanbul, 1981.
4- Ord. Prof. Dr. R.Oğuz Türkan, Kızılderililer ve Türkler, s.39-40, e yayınları, İstanbul, 1999.
5- Büyük Larousse, c.5, s. 2253-2254, Milliyet Yayınları,
6- Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, c.3, s. 126, Ötüken Yayınları (Vatikan ve İtalyanlar, vaktiyle Batı Hun İmparatoru Attilla’yı da aynı yöntemle, ancak bu kez onun koynuna sokmayı başardıkları bir fahişe kanalıyla öldürtmüşlerdi).
7- Prof.Dr. S.Hayri Bolay, Yakup Üstün’ün “Türkiye’yi Parçalama planları” isimli tercüme eserine yazmış olduğu takdim yazısından alınmıştır, s.10-11, TDV. Yayınları, Ankara-1993.
8-Terörist başı Apo’nun İtalya’ya sığınması üzerine 1998 yılında da İtalyan mallarına karşı boykot uygulanmıştı. O sırada İtalya’da Başbakan olan Massimo Dalema, geçtiğimiz günlerde bu kez Dış İşleri Bakanı sıfatıyla Türkiye’ye resmi bir ziyarette bulunuyor ve “Devlet politikamız gereği o sırada öyle davranmam gerekiyordu” şeklinde bir açıklama yapıyordu. Roma’da Apo’ya konut tahsis eden dönemin İtalyan Başbakanı Dalema hakkında Türk medyasında “DALLAMA” şeklinde hakaret vâri manşet ve başlıklar kullanılarak haber ve yorumlar yapıldığını hatırlıyorum.