TÜRKLEŞEN ERMENİLERE "SOYKIRIM YAPILDI" DEDİLER

1990’ların başıydı. Teftiş maksadıyla gitmiş olduğum Adana’nın Saimbeyli İlçesinde, İlçe Müftüsü İbrahim Demirkoparan’la birlikte cadde boyunca yürüyoruz. Karşıdan orta boylu, oldukça şişman ve göbekli, esmer tenli, başında fötr şapkası da olan 50-55 yaşlarında bir adam geliyordu. Müftü Efendi bana dönerek şöyle dedi; “Ömer Bey, şu karşıdan gelen adam aslında Ermeni’dir. Bunların babaları, tehcirden kurtulmak için din ve isim değiştirmiştir. Bu bölgede böyle çok insan vardır…”

Sonra Müftü Efendi ile Saimbeyli Kalesi’ne çıkıyoruz ve Müftü Efendi, civardaki yarı viran olmuş bağ ve bahçeleri göstererek diyor ki; “Bu bağ ve bahçeler, Ermenilerden kalmadır. Ermeniler, bağ ve bahçe işlerini gayet iyi biliyorlarmış. Gördüğünüz gibi şimdi hepsi virane olmuş durumdadır…”

Saimbeyli’de içmiş olduğum ayranı, Türkiye’nin hiçbir yerinde içmediğimi ve Saimbeyli’de üretilen kirazların, bugün İngiltere kraliyet sarayına (Buckingham) bile gönderildiğini de belirtmiş olalım.

Bunları neden yazdığıma gelince;
Birkaç gün önce Hürriyet Yazarı Rahmi Turan’ın yayınlamış olduğu ve İstanbul’da oturan Sevan İnce isimli Ermeni kökenli bir Türk vatandaşının mektubunu görünce hatırladım tüm bunları.

Sevan Bey mektubunda;
“…Gerçeği benden ve benim gibilerden başkası bilemez. Bizler, hadiseleri birinci ağızdan dinlemiş kişileriz. Bizler Türk Ermenileriyiz. Türk Ermenilerinin harici Ermenilerden çok ciddi bir farkı vardır. Bizler tehcir (zorunlu göç) sırasında ya Türkiye’de kalmışların veya tehcir bitiminde Türkiye’ye geri dönmüşlerin torunlarıyız. Bizler tek tip hikâye dinlemedik.

Diaspora Ermenisi sadece ölüm hikâyesi bilir. Olaylardan sonra geri dönmemiş ve komşularının mahcup yüzlerine tanık olmamıştır. Onlar bu ölümler için bütün Türkleri suçlarlar. Olayları sadece ‘Soykırım’ olarak nitelerler. Türk Ermenisi’nde ise daha bol ve daha değişik hikâyeler vardır…”(1)

Dedikten ve Türklerin Ermenilere yapmış oldukları bazı yardım hikâyelerini naklettikten sonra bizim için üzerinde durulmaya değer asıl konuya geliyor ve şöyle diyor:

"Tebaanın bir kısmı emperyalist güçlerinin gazına gelip ayrılıkçılık yapmıştır. Buna kızan Osmanlı Hükûmeti bölgede 'tehcir' kararı almıştır. Günün şartlarına göre tehcir (zorunlu göç) çok zor koşullar altında gerçekleşmiştir. Çoluk çocuk muhtelif şekillerde kırılmış ve kıyıma uğramıştır. Bu kırılma hastalık ve açlık sebebiyledir. Kıyım ise Osmanlı askerleri tarafından organize bir şekilde yapılmamıştı. Hastalık dışındaki bu ölümler, münferit olaylardır ve sürgünlerin yanlarında götürdükleri altın paraları gasp etmeyi amaçlayan bölgenin eşkıyaları tarafından yapılmıştır."

Hâl bu iken, o bölgede olaylar cereyan ettiği sırada, ülkenin batı bölgelerinde yaşayan Ermenilerin aynı şekilde bir zulme uğramadığı göz önüne alınırsa, buna soykırım denilemez! Pek çok başka kelime söylenebilir, soykırım hariç! Kaldı ki, söz konusu bir ya da bir buçuk milyon rakamı, ölen Ermeni sayısını değil kayıp sayısını ifade eder. Biz Türk Ermenileri, iyi biliriz ki, Anadolu bu olaylar esnasında veya sonrasında Müslüman olmuş Ermenilerle doludur. Bu kişiler, daha sonra serbest olmalarına rağmen kendi dinlerine dönmemişler ve geçmişlerini gizledikleri için kayıp hanesine yazılmışlardır. Konuşmak gerekirse biz konuşur, olayların uzun hikâyesini anlatırız. Bu konuda bizlerden daha iyi tarihçi de olamaz.”(2)

Ermeni asıllı Türk vatandaşı Sevan İnce önemli şeyler söylüyor aslında. Özetle diyor ki; emperyalist güçlerin vermiş olduğu gazla isyan eden Ermeniler, zorunlu göçe tabi tutulmuş, ancak bu göç zor şartlarda gerçekleştiği için istenmeyen olaylar ve ölümler olmuştur. Ancak devlet tarafından bilinçli bir öldürme olayı yaşanmamıştır, bu tür öldürmeler göç kervanlarına saldıran çapulcu eşkıya güruhu tarafından gerçekleştirilmiştir.

İtiraf etmek gerekirse; biz de aynı şeyleri söylüyoruz. Öldürme olayları, devletin bilgisi dışında ve göç kervanlarının geçtiği güzergâhlarda yaşayan çapulcuların ve Kürt aşiretlerine bağlı eşkıya gruplarının sebep olduğu olaylardır. Bilindiği gibi; tehcirin yaşandığı yıllar Birinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı ve Osmanlının birçok cephede birden savaştığı yıllardır. Asker cephededir ve devlet tehcire nezaret edecek güvenlik kuvveti bulmakta zorlanmaktadır. Bu durumda devlet, tehcire nezaret etmek üzere ancak bir miktar jandarma kuvveti görevlendirmekle yetinir ve göç kervanlarının emniyetini, büyük ölçüde Kürt aşiretlerinden oluşan silahlı gruplara bırakır. Bu insanlar, muhtemelen II. Abdülhamid’in kurmuş olduğu “Aşiret Alayları” veya “Hamidiye Alayları” denilen birliklerin artıkları olmalıdır. Ermenilere karşı yapılan kısmi kıtal ve katliamların sorumluları işte bu silahlı gruplardır.

PKK itirafçılarının iftiraları ile ortaya atılan ancak bir bir fos çıkan “Asit Kuyuları” ve “Jitem Mezarları” konusuna dikkatinizi çekerim. Adli Tıp Kurumu, asit kuyuları iftirasına konu olan kemiklerin hayvan kemiği olduğunu belirledikten sonra Diyarbakır’ın İçkale semtinde bulunan ve Jitem tarafından öldürülmüş insanlara aittir denilerek devlete saldırı aracı yapılan kemiklerin en az yüz yıllık olduğunu söyleyince (3) bu devlet düşmanlarının hevesleri kursaklarında kalmış gözüküyor. Adli Tıp Kurumu, 100 yıl öncesini, yani Tehcir günlerini işaret ettiğine göre, ister misiniz bu kemikler de Kürt aşiretlerine mensup çapulcu ve eşkıyalarca katledilmiş insanlara ait olsun!?

Sevan İnce’nin şu sözleri galiba hepsinden daha önemlidir:

“Biz Türk Ermenileri, iyi biliriz ki, Anadolu bu olaylar esnasında veya sonrasında Müslüman olmuş Ermenilerle doludur. Bu kişiler, daha sonra serbest olmalarına rağmen kendi dinlerine dönmemişler ve geçmişlerini gizledikleri için kayıp hanesine yazılmışlardır."

Bu sözler, yukarıda Saimbeyli Müftüsü tarafından canlı tanıklar gösterilerek verilen bilgilerle örtüşmektedir. Yani, başta Tehcir’den kurtulmak olmak üzere, çeşitli sebeplerle isim ve din değiştirerek bir anlamda Türkleşen Ermeniler de Batılılar tarafından kayıp ve sözde soykırım rakamlarına eklenmiş bulunmaktadır.

Aynı zamanda Şeyh Sait’in torunu da olan eski milletvekili Abdülilah Fırat’ın şu sözleri de bu bakımdan anlamlıdır ve aslında Kürtler adına adeta bir itiraf niteliğindedir:

“Dedelerim zamanında binlerce Ermeni Müslüman olup Kürtleşti. Bölge halkı bu insanlarla kirvelik yaptı. Sadece dedemin babası Şeyh Mahmud Feyzi zamanında 500'ün üzerinde Ermeni köyü toptan Müslüman oldu. Bu kişiler 1915'teki olaylar sırasında ortada durdular (tarafsız kaldılar). Ne Ermeni'den ne de bizden yana oldular. Olayları önlemek için çok uğraştılar. Ancak PKK olayı çıktıktan sonra bu köylerin çoğu PKK'dan yana oldu ve bize tavır aldı. Ermeni asıllı gazeteci Hrant Dink, soykırımı asıl Kürtler’in yaptığını iddia ediyor, (oysa) önce onlar (Ermeniler) Müslümanlara saldırdı. Avrupa ülkeleri ve Rusya 18. yüzyıldan itibaren Ermenileri kışkırtmışlardır. Biz sadece canımızı, namusumuzu koruduk…”(4)

Saimbeyli Müftüsü, belki de farkında olmadan nasıl ki bize “Türkleşen Ermeniler”olduğunu söylemişse, Abdulilah Fırat da yukarıdaki sözleriyle “Kürtleşen Ermeniler” olduğunu söylüyor aslında.

Netice olarak, Türk Devleti, tarihin hemen her döneminde, bir takım yıpratma ve karalama kampanyalarının hedefi olmuş, Kürt aşiretlerine mensup çapulcuların ve eşkıya gruplarının 1915 yılında Ermeni tehciri sırasında yaptıkları gibi, devlet dışı bazı grupların ve yapılanmaların sebep oldukları olaylar, daha sonra devletimizin başına bela yapılmıştır. Bu bakımdan, Fransız Anayasa Konseyi’nin gerzek N. Sarkozy’e atmış olduğu Osmanlı tokadını son derece anlamlı buluyor ve yazımızı, Merhum Gazeteci Necdet Sevinç’in “Menemen Hadisesi”ni anlatmış olduğu yazının (5) son cümlesiyle bitiriyoruz:

Devlet bunların elinden kurtarılmalıdır.







Ömer Sağlam

1-Rahmi Turan, “Bir Ermeni vatandaşın mektubu”, Hürriyet, 27 Şubat 2012,
2-Aynı makale,
3-http://www.ntvmsnbc.com/id/25326047/
4-http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=443188,
5-http://www.turkcebilgi.com/kose-yazisi/14049/devlet-kurtarilmalidir.

İRAN İŞGALİNDEKİ AZERBAYCAN ve HOCALI KATLİAMI

Azerbaycan’ın işgali denilince hep bugünkü Azerbaycan Toprakları ve Dağlık Karabağ, işgalci olarak da hep Rusya ve Ermenistan aklımıza gelmektedir. Doğrudur, Rusya ve Ermenistan da Azeri topraklarını dün ve bugün işgal eden iki devlettir ama Azerbaycan topraklarının asıl işgalcisi İran İslam Cumhuriyeti’dir. Ancak ne var ki; bu gerçek, Türk insanının gözünden sürekli kaçırılmaya ve Azerbaycan topraklarındaki İran işgali her nedense hep görmezden gelinmeye ve mazur gösterilmeye çalışılmaktadır.

Öte yandan bilindiği gibi Rusya, 1990’lı yılların başından itibaren şu ya da bu şekilde işgal ettiği Türk topraklarından büyük ölçüde çekilmiş ve Türk devletlerinin istiklallerini tanımak durumunda kalmıştır. Böylece en azından resmen olmak üzere; Azerbaycan ve diğer bazı Türk toprakları, Rus boyunduruğundan kurtulmuş bulunmaktadırlar. Elbette Rusya, özellikle yapmış olduğu ikili ve çok taraflı anlaşmalarla bağımsızlıklarını tanıdığı bu ülkelerdeki etkisini ve söz hakkını bir şekilde devam ettirmeye devam etmektedir.

Rusya’nın Azerbaycan topraklarındaki işgali resmen sona ermiştir ama onun yerini bu sefer Ermenistan almıştır. Ve Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarındaki işgalinin arkasındaki desteğin Rusya olduğu bugün ayan beyan bilinmektedir. Esasen Ermenistan ile Azerbaycan arasında 1994 yılında imzalanan ateşkes anlaşması da Rusya’nın dayatmasıyla imzalanmıştır. Böylece Rusya, Ermenistan’ın, Azerbaycan’daki iç karışıklıklardan da istifade ederek bir oldubittiyle Azerbaycan topraklarını işgal etmesine göz yummuş ve destek vermiştir. Özetle günümüzde Azerbaycan toprakları, aralarından su bile sızmayan iki müttefik olan İran ile Ermenistan arasında paylaşılmış bulunmaktadır.

Okuyucularımız için küçük bir hatırlatma yapalım, Rus Çarlığı’nın tarihî politikası olan güneye, yani sıcak denizlere sarkma siyaseti çerçevesinde Azerbaycan’ın da içinde bulunduğu Kafkasya bölgesini işgal edip İran topraklarına dayanması üzerine İran ile Rusya arasında 1804-1813 yılları arasında çetin savaşlar yaşanmış ve bu savaşlar İran’ın yenilgisiyle sonuçlanmıştır. 1813 yılında yapılan Gülistan ve arkasından 1828 yılında yapılan Türkmençay anlaşmalarıyla bugünkü, daha doğrusu 1990’lara kadar varlığını koruyan Rus-İran sınırı çizilmiştir. 1828 yılında imzalanan Türkmençay anlaşması, bir yıl sonra 1829 yılında imzalanan Edirne Anlaşmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’na da onaylatılarak uluslararası bir anlaşma hâline gelmiştir. Genel olarak ifade edecek olursak, Türkmençay anlaşması ile Bakü merkezli Kuzey Azerbaycan Rusya’da kalırken, Tebriz merkezli Güney Azerbaycan İran’ın egemenliği altına girmiştir. Dolayısıyla 1990’lı yılların başında Azerbaycan’ın kuzeyindeki Rus işgali resmen sona ermekle birlikte, Güney Azerbaycan’daki İran işgali 1828 yılından beri yaklaşık iki asırdır resmen ve fiilen sürmektedir.

90’lı yılların başında Rusya, Azerbaycan’dan çekilmesine çekilmiştir de bu bölgeyi her nedense tek başına Azerilere bırakmak da istememiş ve boşalttığı Azerbaycan topraklarının bir kısmını Ermenilere teslim etmiştir. Böylece Rusya, yer altı ve yer üstü kaynakları bakımından çok zengin olan Azerbaycan topraklarını, büyük Türk Dünyası ile bütünleşecek olan Azerbaycan Cumhuriyeti’ne bırakmayıp Ermeniler kanalıyla bu zengin toprakları kontrol altında tutmaya devam etmek istemiştir. Kanaatimizce bu gün ABD için İsrail neyse Rusya için Ermenistan da odur. Yani Ermenistan, Rusya’nın Kafkasya’daki en büyük üs bölgesidir. Rusya, İran ve Türkiye gibi bölgenin iki büyük ülkesini ve tekmil Orta Doğu'yu bir ileri karakol olarak gördüğü Ermenistan üzerinden izlemeye devam etmektedir.

Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgali, gerçekten de son derece kanlı olmuştur. Bu kanlı işgalin doruğa çıktığı kent de galiba Azerbaycan’a bağlı Dağlık Karabağ’daki Hocalı kentidir. Azerbaycan’ın 18 Ekim 1991 yılında istiklalini ilan etmesiyle birlikte, elbette Rusya’nın bir oyunu olarak ülkede birtakım iç kırışıklıklar ve güç savaşları başlamıştı. İşte bu iç karışıklıkları ve Azerbaycan’ın, 26 Kasım 1991’de, zaten kendi toprağı olan Dağlık Karabağ’ın özerklik statüsünü kaldırıp, bu bölgenin yönetimini doğrudan Azerbaycan merkezi yönetimine bağlama kararı almasını fırsat bilen Ermenistan, aynı yıl Laçin Koridoru da denilen, Dağlık Karabağ ile Ermenistan arasında kalan Azerbaycan topraklarını ele geçirmek suretiyle Dağlık Karabağ’la Ermenistan arasında stratejik önemi olan bir güzergâh elde etmiş oldu. Arkasından 18 Şubat 1992’de Hocavend’i ele geçiren Ermenistan, 26 Şubat 1992 tarihinde Karabağ’daki Hocalı şehrinde insanlık dışı bir katliamın altına imza atmıştır.

Ermenistan ordusu tarafından gerçekleştirilen bu katliam sırasında bir rivayete göre; 106'sı kadın, 83'ü çocuk olmak üzere toplam 613 sivil Azerbaycan Türk'ü katledilmiş, 487’si ağır yaralanmış, 1275’i rehin alınmış ve 150’si de ortadan kaybolmuştur. Kaybolanları da öldürülmüş olarak mütalaa etmek herhâlde yanlış olmayacaktır.

Ermeni işgali sadece Ermenilerle Azerilerin birlikte yaşadıkları ve Azeri toprağı sayılan Dağlık Karabağ ile sınırlı kalmamış, Ermeniler Karabağ'ı yönetimleri altına aldıktan sonra bu sefer, Ermenistan ile Karabağ arasındaki Azerbaycan topraklarını işgale başlamışlardır. Bu işgal çerçevesinde Ermenistan, 1992-1993 yıllarında olmak üzere, sırasıyla Şuşa, Laçin, Kelbecer, Ağdam, Fuzuli, Zengilan, Cebrayil ve Kubadlı şehirlerini ele geçirmiştir. (bk-http://bpakman.wordpress.com/dunya/ermenistan-siniri-acilacak-mi/azerbaycan-topraklarinin-isgali)

Bu işgaller üzerine Azerbaycan Türk'ü ve eski Sovyetler Birliği Komünist Partisi Polit Büro üyesi de olan Haydar Aliyev, Rusya tarafından Azerbaycan halkı için âdeta bir kurtarıcı olarak gösterilmeye başlanmıştır. Bunun üzerine bir Türk Milliyetçisi olan ve Azerbaycan’ı, tamamen Rus yörüngesinden çıkartarak büyük Türk dünyası ile entegre etme azminde olan Ebulfeyz Elçibey iktidardan uzaklaştırılmış ve yerine Haydar Aliyev Azerbaycan Devlet Başkanı yapılmıştır.

Aliyev yönetimi ise kendilerini iktidara getiren Rusya’nın baskısıyla 5 Mayıs 1994 tarihinde Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te Ermenistan-Azerbaycan Ateşkes anlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştır. İşte o günden bugüne Kuzey Azerbaycan topraklarının önemli bir bölümü Ermeni işgali altındadır. İlginçtir; ne işgal altıdaki toprakların kurtarıcısı görülerek sözüm ona % 99 oy desteği ile iktidara getirilen Haydar Aliyev ve ne de ölümünden sonra onun yerine geçerek resmen Aliyev hanedanlığını kuran oğul İlham Aliyev, işgal altındaki toprakları kurtarmak için ciddi hiçbir çabanın içine girmemişlerdir.

Ermenistan’ın işgal etiği topraklardan zorla sökülüp atılan yüz binlerce Azeri Türk'ü ise Azerbaycan’ın diğer bölgelerine göç ederek, hem de “Kaçkın” sıfatıyla hâlen yaşam mücadelesi vermeye devam etmektedirler. Üç beş milyon Yahudi bugün nasıl 400 milyonluk koskoca Arap dünyasına ferman okuyorsa, aynı sayıdaki Ermeni de yine 300-400 milyonluk Türk dünyasına ferman okumaya devam etmektedir. İsrail’in Filistin ve Suriye topraklarını işgal altında tutması 400 milyonluk Arap dünyası için nasıl utanç vesilesi ise Azeri topraklarında hüküm süren Ermeni işgali de yüzlerce milyonu bulan Türk Dünyası için kesinlikle bir utanç vesilesidir.

Ve ne ilginçtir ki; İsrail’in bölgedeki en büyük müttefiki nasıl bir İslam ülkesi olan Mısır ise Ermenistan’ın bölgedeki en büyük müttefiki de yine bir İslam ülkesi olan İran İslam Cumhuriyeti’dir. Zira tam iki asırdır tekmil Güney Azerbaycan’ı işgal altında tutan İran İslam Cumhuriyeti ile 1991’den beri Kuzey Azerbaycan topraklarının önemli bir bölümünü işgal altında tutan Ermenistan, şu anda tam bir ittifak halinde olup, bu ittifak perde arkasından Rusya tarafından da desteklenmektedir.

Kayda değer bir bilgi midir emin değiliz ama 1997 yılında Azerbaycan’a yapmış olduğum bir iş gezisinde bana anlatılan şudur: Ermeniler, işgal altında tuttukları Azerbaycan’ın Kelbecer bölgesinde toprak olarak çıkarttıkları altın madenini, kamyonlarla İran’a göndermekte ve İran rafinerilerinde altına çevirterek buradan kendileri için önemli bir kaynak yaratmaktadırlar. Çünkü Azerbaycan’ın Kelbecer şehri ve civarı altın madeni bakımından oldukça zengindir.

Başta 26 Şubat 1992 tarihinde Hocalı’da şehit edilenler olmak üzere, bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor, sizleri Türk’ün ne olduğunu, daha doğrusu ne olması gerektiğini çok güzel açıklayan ve vaktiyle "Emin Bülend Serdaroğlu" isimli şair tarafından yazılmış küçük bir şiirle baş başa bırakıyorum.

DEV ŞARKISI
Türk'üm ben, Oğuz nesli benim nesl-i vakurum,
“Altay”lara bağlar beni alnımdaki nûrum.
Parlak güneşin doğduğu yerlerde doğan ben,
İlk âteşi içtimdi bir arslan memesinden.
Şâhin gibi cenk atları kişnerken, uyandım,
Ejder gibi kaplanları boğdum, oyalandım.
Yalçın döşeğim vardı küheylân yelesinden,
Aldımdı bu sert ismimi gök gürlemesinden.
Türk'üm ben, Oğuz nesli benim nesl-i vakurum,
“Altay”lara bağlar beni alnımdaki nûrum.







Ömer Sağlam